Devir değişiyor, nüfus kalabalıklaşıyor. Büyükşehirlerin sınırları genişliyor, evlerin araçların sayısı artıyor.
Bununla birlikte yeni ihtiyaçlar da hasıl oluyor.
Nüfus arttıkça toplu taşıma ihtiyacı karşılayamaz hale geliyor. Vatandaş, özel aracı ile trafikte yolculuk ediyor. Bu hem trafik sorununa yol açıyor, hem de yeni bir problemin kapısını aralıyor: Park sorunu!
Bursa’da TÜİK’in 2024 şubat ayı verilerine göre 1 milyon 254 bin 620 araç bulunuyor. Bunlardan 679.257’sini otomobiller oluşturuyor.
Sıkıntı da, bu altı yüz küsur aracın park etme sorunu ile başlıyor.
Eski Bursa, malumunuz dar sokakları ve dik yokuşları ile meşhur bir kent. Şehirciliğin günümüz değerlerine yakın bir anlayışla yapıldığı Nilüfer’de ise daha geniş sokaklar, bulvarlar bulunuyor.
Artan nüfusun konut ihtiyacına yönelik yeni projeler peşi sıra vatandaşa sunuluyor. Bina altlarında, bahçelerinde otopark alanları mevcut. Yeni yapılarda zaten otopark alanı bulundurma zorunluluğu var. Ancak bu da yeterli mi, tartışılır.
Şehrin batısında fotoğraf böyle, merkezi ve doğusunda işler biraz daha sıkıntılı.
Özellikle Yıldırım ve Osmangazi’de park etme eylemi, sorundan ziyade eziyet halini alıyor. Otopark sıkıntısı buralarda kendini daha net belli ediyor. Mahalle otoparkları yok, olsa da tercih edilmiyor, sokaklar dar, dörtlüleri yaksan dahi yol kenarında durma şansın yok. Üstüne bir de esnafımızın kendi kendine uyguladığı ‘park yasağı’ var ki hepten evlere şenlik.
Örneğin fotoğraflar Yıldırım'ın ana arteri Teyyareci Mehmet Ali Caddesi'nden. Cadde üzerinde iki tane katlı pazar yeri var, hafta içi otopark imkanı var ama ücretli. Haliyle talep az. Cumartesi günü giysi pazarı, pazar günü ise sebze-meyve pazarı olarak kullanılan pazar yerinde park imkanı kalmıyor, arka sokaklarda trafik keşmekeş halini alıyor. Hafta sonu yaşanan kaosu tahmin ettiyseniz, en üst katta bir de düğün salonu olduğu bilgisini vereyim.
Diyelim ki, caddede sokakta şansınız yaver gitti ve boş bir yer buldunuz. O boş alana da park etmekten başka çareniz yok, çünkü o aracı koyacak başka bir yer yok.
Emin adımlarla hedefe ulaştığınızı düşündüğünüz tam o anda karşınıza bir berberin havlusunu astığı çamaşır kurutmalığı, kuru yemişçinin yola koyduğu bisküvi kutusu veya herhangi bir dükkanın park dubası çıkabilir.
Maalesef, yine park edemediniz.
O zaman yeri gelmişken altını çizelim: Dükkan önleri ortak alan konumundadır. Bu sebepten de duba gibi malzemeleri dükkan önündeki boşluğa koymak Kabahatler Kanunu çerçevesinde değerlendirilir ve cezai yaptırıma tabi tutulur.
Tabi önemli bir sorun daha: Duba koymanın kabahat sayıldığı yasaya göre dükkan önüne araç park etmek suç mu?
Aslına bakarsanız suçtan ziyade ‘etik’ değil. Ancak memleketteki park sorunu maalesef etik değerlere göre değil ‘önce giden alır’ felsefesine göre şekilleniyor. Boş yeri önce kim görürse park onun hakkı oluyor.
Gerçi otomobili bir boş yere koymayı geçtim, yayaların yürüyeceği kaldırımlar da büyük işgal altında. Zabıta ekiplerinin yaptığı çalışmaları belediyeler paylaşıyor ama, ertesi gün her şey kaldığı yerden devam ediyor.
Marketten, esnaftan geçtiniz mi? Bitmedi.
Şimdiki hedefiniz çay ocakları, çay evleri. Sıcaktan bunalan abiler, amcalar sıcak bir çay içmek için kendilerini ‘dışarı’ atıyor.
Sokağın ortasına atılan masalar, tabureler arasından geçebilirseniz belki hedefinize ulaşabilirsiniz. Ancak bu simülasyonda daima yeni bir mücadele ile karşı karşıya kalabileceğinizi unutmamanız gerekiyor.
Belediyeler mi?
‘Kaldırım işgaline geçit yok’ isimli eserleri ile sık sık sosyal medyaya ve haberlere konu olsalar da eylem noktasında yetersiz kaldıklarından çabaları ‘hikayede kalıyor’ ve harekete dönüşemiyor.
O yüzden naçizane önerim;
Kaldırımlar yayaların ise, işgal bitsin ve yayaların kullanacağı hale getirilsin.
Yol kenarına park etmek büyük bir sorun ise, mahalle otoparkları için eyleme geçilsin.
Ama göstermelik değil, ciddi bir şekilde mücadele verilsin.
Yoksa, biz buradan sürekli konuşuruz, belediyeler sosyal medyadan ‘post’ atar, vatandaş da elinde çekirdekle birbirine ‘posta koyanları’ seyreder.
Yorumlar
Kalan Karakter: