Herkesin hayatında zaman zaman kıskandığı biri ya da birileri olmuştur.
Bazen zayıf bir kadını kıskanırsınız,
Bazen gür saçlı birini,
Bazen billur sesiyle şarkı söyleyenleri,
Bazen evliliğinde yılları devireni,
Bazen aşık olduğunuz adamla kahve içenleri,
Bazen çocuğunun mezuniyetini izleyen yaşıtınızı,
Bazen de binlerce kitabı olan kitap kurtlarını,
Bazen sizin yapmak istediklerinizi yapanları,
Ama illaki kıskanırsınız.
Kıskanacak bir şey bulursunuz.
“Kıskanmıyorum, hayatta da kimseyi kıskanmadım” diyen yalan söyler hem kendine hem karşısındakine.
Beğendiğimiz, hayran olduğumuz, kendimizde olmayan ama başkalarında olan mutlaka bir şeyler vardır.
Hayallerimiz, beklentilerimiz, isteklerimiz değiştikçe kıskandığımız kişiler, imkanlar, aşklar da değişir.
Sonuçta kimse dört dörtlük değil.
Buradan yola çıkarak, çok beğendiğim Gabriel García Márquez’in “Mavi Köpeğin Gözleri” isimli kitabına göz atalım mı?
"Görünmez bir güneş omuzlarımızı ısıtmaya başladı. Ama güneşin varlığı bile ilgimizi çekmiyordu. Mesafe, zaman ve yön kavramımızı kaybetmiş halde orada, nerede olduğunu bilmediğimiz bir yerde oturduk. Yanımızdan birçok ses geçti. 'Çulluklar gözlerimizi oydu,' dedik. Seslerden biriyse şöyle dedi: 'Bunlar gazeteleri fazla ciddiye almışlar.' Sesler ortadan kayboldu. Bizse öylece, omuz omuza oturmaya devam ettik."
Rüyalar, kazalar, pişmanlıklar, inanç, özlem ve ölüm...
Büyülü gerçekliğin gizemli ve puslu atmosferlerle buluştuğu bu öykülerde Gabriel García Márquez,
Yatalak bir genç adam,
Kedisinin bedenine girmek isteyen bir kadın,
Evladının ölümünün yaraladığı bir anne,
İkizi ölen bir kardeş,
Gözleri çulluklar tarafından oyulan üç adam,
Kurbanını sabırla bekleyen ölüm meleği gibi birbirinden çok farklı kurgusal ve mitolojik kahramanlara gönderme yapan kişiliklerin, bedensel ve düşünsel hassasiyet anlarını anlatıyor.
Bizi kimler kıskanıyor acaba, hiç düşündünüz mü?
Yorumlar
Kalan Karakter: