“Bir çocuğun kaderini annesi ve çevresi yazar.”
Psikolog Gülseren Budayıcıoğlu insan psikolojisi üzerine yazdığı kitaplarda, bu sözün önemine sıklıkla değinerek, anne ne kadar adil; gönlü geniş, kendisiyle barışık, yaşamayı ve mutlu olmayı seven bir karaktere sahipse, çocuğun da, annesinden aldığı yaşam besiniyle, o nispette filizlendiğini, renklendiğini, çiçeklendiğini ifade eder.
Yani bir çocuk, yaşamının ilk yıllarında annesinden sadece süt değil; sevgi, umut, sevinç, huzur emer. Ya da tam tersi… Umutsuzluğu, sevgisizliği, huzursuzluğu ve en nihayetinde mutsuzluğu yudumlar.
Hayata gözlerimizi açtığımız o ilk dakikalarda yaşam haritamız çoktan belirlenir, anne ve babalarımızı seçemediğimiz için de, doğduğumuz ev kaderimiz olur…
Dünyaya gelen bir bebeğin 6 saat sonrasında çevresinde yaşanan her şeyi hissetmeye başladığına yönelik bilimsel araştırmalar var artık elimizde.
Hatta konuyla ilgilenen birçok uzman psikolog ve psikiyatrlar, bebekler henüz annelerinin karnındayken bile iletişim kurmaya başladığını söyler.
Yani “Çocuklar anlamaz” yargısı çoktan çürüdü.
8 yaşındaki Narin çocuğumuz ve 2 yaşındaki Sıla bebeğimiz katledildiğinde, o çocukların içinde yaşadığı dört duvarı düşünüyorum son günlerde.
Güvenli ve neşeli bir yuvaya en çok ihtiyaç duydukları kısacık ömürlerinde, acaba kaç kere gülebildiler doyasıya?
En sevdikleri yemekleri kaç kere yiyebildiler, yoksa zaten sorulmaz mıydı onlara?
Boya kalemleri, resim defterleri var mıydı, en çok istedikleri oyuncak alınmış mıydı mesela?
Narin, Sıla ve en yakınları tarafından katledilen diğer çocuklar o ailelere değil de, birbirlerini seven; vicdanlı, çocuk denilince gözbebeklerinin içine kadar gülen şefkatli bir ailede doğsalardı, büyüdüklerinde nasıl bir yetişkin olurlar, hangi meslekleri seçerler, hangi hayallerinin peşinden koşma gücünü her gün kendilerine hatırlatırlardı acaba?
Ninnilerle, masallarla uyumaları gereken yaşlarda çocukların küçücük kefenleriyle toprağa gömülmesine sebep olan bu düzenin vebali şimdi kimin boynuna?
11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü’nde, çocukların teknolojiyle, bilimle, yapay zekayla yükselmelerine olanak sağlayacak imkanları değil, önüne geçilmeyen çocuk katliamlarını konuşuyoruz.
Suç dosyaları boyundan büyük canileri ıslah etmek şöyle dursun, adeta ödüllendirircesine elini kolunu sallayarak dolaşmalarına sebep olunan bu toplumda, her gün yeni bir kötü haber duyacağız diye korkuyla yaşıyoruz.
Çocuklara verdiği kıymeti ve önemi daha iyi anlatabilmek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı 23 Nisan’ı çocuklara armağan eden bir liderin kurduğu Cumhuriyet’te evlatlarımızın yüzüne bakmaya utanıyoruz.
Ve suçu önleyecek kanunlar hayata geçirilmediği, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun uygulanmadığı müddetçe hiçbirimizin güvende olamayacağını ne yazık ki çok iyi biliyoruz…
Yorumlar
Kalan Karakter: