10 Şubat günü evimizde oynadığımız Beyoğlu Yeniçarşı maçı sonrası “The end” başlıklı yazımda “2. Ligden düştük, 3. Lig trenine bindik” diye yazmış, çokça sitem almıştım.
Görünen köyün kılavuz istemediği realitesine karşılık, sürrealist sitemlere saygım var.
Çünkü, bizlerin, “çıkmadık candan umut kesilmez” gibi bir beklenti durumu söz konusu olunca, akan sular durur..
Nitekim, o dönem yeni işbaşı yapan yönetim ve teknik ekip, gün ve haftalar geçtikçe, hemen teslim olunmadan, camiaya “acaba mı” dedirtecek sonuçlara imza attılar.
Cumartesi günü oynadığımız Kırklarelispor müsabakası da dahil olmak üzere, şehrin ve camianın unutmuş olduğu futbol heyecanını bizlere yaşattılar.
Elde, avuçta olan mevcutlarla ancak bu kadar olabiliyor işte..
Daha önce yazmıştım. Bir kez daha yazayım; bu takım, rakip kaleye gidemiyor, ceza sahasına giremiyordu.
Bunca handikap yaşamış ve tutar yeri kalmamış takımın, bir ay gibi bir zamanda anca rehabilite edilip, futbol oynar hale getirilmesi bir başarıdır.
Yaşanılanlara böyle bakmak, “bardağın yarısı DOLU” diyebilenlerin tarafında olmaktır..
Yoksa, eleştirmek ve “bardağın yarısı BOŞ” demek işin en kolay yanı..
Taraftar psikolojisi; ışığı gösterip, tam aydınlatmayı yapamayanlara, cumartesi günkü tepkiyi verdiriyor.
Çünkü, diriliş adına bir heyecan yaratılmış ve bir beklenti oluşmuştu.
Ama, toplum psikolojisi böyle birşey..!
Beklenti gerçekleşmeyip, mutlu son olmazsa; oklarını o heyecan ve beklentiyi yaratanların üzerine yolluyor..
Kaybedince, takımın iyi olan taraflarını yazmak anlamsızlaşıyor.
Oysa, cumartesi günkü karşılaşmada yine heyecan, yine zevk ve yine ahlar, vahlar vardı..
En azından, son haftalarda olduğu gibi futbol oyunu vardı.
Plan vardı, anlayış vardı, çocuklara ne yapmaları gerektiği konusunun iyi çalışılıp, sahada uygulaması vardı.
Bir-bir çalışılmış ve uygulamaya konulmuş..
Eee sonuç..?!
İşte o yoktu..!
Olabilir miydi?
Bal gibi olurdu da;
Oyunun 80.dakikasında, Kerem Kök’ün kademesine giren Ertuğrul’un ıskası olmasa..!
Oyun, o ıska dakikasına kadar bir geldi, bir gitti.
Yusuf’un da olmadığı orta saha yetersiz kalırken, orta sahası iyi olan rakibe ancak mücadele ve koşu gücüyle karşılık vermeye çalıştık.
Buna rağmen topun arkasında kalıp, hızlı çıkışı benimseyen oyun anlayışımızda sayısız çok net goller kaçırdık.
Hele ikinci yarının başı ile birlikte 15-20 dakikalık bir fırtına yarattık ki, tek yapamadığımız topu içeriye sokabilmekti..
Bu klasmanda, bu güne değin karşılaştığımız her rakibin orta sahasında, oyun yapıcı, oyunu yönlendiren, kurgulayan bir ya da iki oyuncu muhakkak vardı.
Bu klasmanın havasını soluyup, suyunu içen yetenekli oyun kurucu ve yapıcıların ne kadar etken olduklarını gözlemlemek, biraz futbol gözü ve bilgisi olanlar için hiç zor değil.
Bu takımlara karşı sadece mücadele gücü ve hırsı ile bir yere kadar durabilir, ötesine geçemezsiniz.
Her şeye rağmen müsabakanın hakkının bu sonuç olmadığını düşünüyorum.
Nihayetinde;
Olan olmuş, biten bitmiş.
Artık bunları yazmanın ne manası var ki diye düşünülebilir..
Doğrudur da..!
Ama acı gerçeklerin de gözden ırak yapılıp, bütün sorumluluğun bu körpecik çocuklara ve mevcut teknik heyete ihale edilmemesi gerekliliğini de atlamamak gerekir..
Çünkü balık çok baştan kokmuştu zaten…
Durum, malumun ilanıdır..
Yorumlar
Kalan Karakter: