İnsanoğlunun tek hükmedemediği doğanın değişmez yasalarıdır.
İklimler, yağmur, fırtına, kar, deprem...
Ne kadar gelişmiş teknolojimiz, şartlarımız, gücümüz olursa olsun bu kurallar ve döngüye karşı zayıfızdır.
Ve aslında kimi zaman olumsuz sonuçlara neden olan bu doğal süreçlerde, yapabileceğimiz veya değiştirebileceğimiz tek şey ise öncesinde alacağımız tedbirlerdir...
Şiddetli bir yağmurda erozyona karşı ormanlık alanları korumak, olabilecek sele karşı şehrin altyapı planlamalarını en kötüye göre projelendirmek,
Yine böylesi zamanlarda felç olan trafiği şartlara uygun hale getirmek için şehir planlamasında önceliklere almak,
Ve tıpkı bunlar gibi doğa kanunlarının bir parçası olan depremlere karşı sağlam binalar yapılması, kentsel projelerin tüm detaylarıyla felakete dönüşmeden işler hale getirilmesi ve yapabileceğimiz daha birçok şey...
Kabataslak en bilinenlerinden yola çıktığım bu önlemleri almak ise biz vatandaşlardan ziyade,
Güvenerek seçtiğimiz ve bir asgari ücretlinin dahi maaşından 2 bin TL’ye yakın bir kesintiyi bu insanların yüksek maaşlarını ödemek uğruna feda ettiği yöneticiler ve idarecilerdir.
Büyük bir istekle bu görevler için talip oldukları da göz önüne alındığında,
Bizlerin talep ve beklentilerimizin olması ve onların da asli görevleri olarak yapma zorunlulukları doğal bir süreçtir.
Ve bu sürece çalışan ve işveren mantığı da diyebiliriz.
Tabii patronun bizler olduğunu unutmadan!
...
YAZ SAATİ UYGULAMASIYLA GELEN KIŞ!
Yazımın girişinde bahsettiğim doğanın yasalarının değişmediği en önemli maddelerden biri de malumumuz üzere iklimler...
Yaz aylarında gündüz saatlerinin uzun, kış aylarında ise gecenin uzun olması terazinin iki kefesi gibidir.
Haliyle bu durumda vatandaşlar için alınacak tedbirlerin başında ise; gerek çalışan gerek eğitim gören çocuklarımızın iş ve eğitim saatlerinin buna göre ayarlanmasıdır.
Ki, yıllarca birçok Avrupa ülkesi gibi ülkemizde de bu şekilde uygulanmaktaydı..
Yaz aylarına girdiğimizde saatler 1 saat ileri alınır, kış aylarında ise 1 saat geri alarak ayarlardık saatlerimizi...
Bu durum denildiği gibi öyle karışıklığa falan da neden olmazdı.
Niye olsun ki!
Hatta bu durum dengemizin yerinde kalmasını bile sağlıyordu.
Mesela, gün aydınlanmış şekilde yine okula veya işe gidiyorduk. Yani gecenin zifiri karanlığında sabah mı gece mi diye zihnimiz bulanmıyordu.
Üstelik başına bir şey gelmesin diye, yanı başımızdaki okula dahi çocuğumuzun elini sıkı sıkıya tutup içeri girinceye kadar beklememize de gerek kalmıyordu.
Tabii sadece çocuklarımız özelinde değil, cümlemiz için mühim bir konu aslında...
Malum, herkesin özel aracı olduğu ülkelerden olamadık hiçbir zaman.
Ama en azından karanlıkta önümüze arkamıza bakıp, yüreğimiz atarak da işe doğru yola çıkmıyorduk hiç değilse...
Tüm bunların yanında işin maddi külfet kısmını da unutmamak gerek!
Hele ki gerek çalışanların gerek işverenlerin kuruş hesabı yapmak zorunda olduğu şu günlerde.
Kış saati iptaliyle, sabah diye gece uyanmak zorunda kalıp, evlerimizin ya da okulların, çalıştığımız iş yerlerinin ışıklarını ışıl ışıl yakarak veya elektrikle çalışan her ne varsa erkenden işleve sokup, daha fazla enerji tüketimi ve haliyle cüzdanımıza getirdiği artı yük de işin düşünmemiz gereken mühim hususlarından.
...
Tamamen yaz saati uygulamasına geçişimizin hemen öncesine dönersek,
İlginç bir tesadüftür ki, elektrik dağıtımının özel sektöre tamamiyle devredildiği 1 Ekim 2013 yılında, dönemin Maliye Bakanı makamında oturan Mehmet Şimşek;
“Bu devir işlemiyle beraber kayıp kaçak azalacak, tüketicilerin maliyeti düşecek” sözleriyle müjdelemişti elektriğimizin de özelleştirildiğini.
Ancak özel sektör ne de olsa, bakar mıydı hiç vatandaşın gözünün yaşına!
Ve bakanın söylediklerinin aksine, kendi tükettiğimizin yüzde 10’u kadarını da kayıp kaçak bedelleri olarak elektrik faturalarımıza yansıtmaya başladı.
Yani kaçak kullananın bedelini, kullanmayan bizlere ödetir oldu!
Ve böylelikle bırakın tüketici maliyetlerini düşürmeyi, tüm zararlarını da aboneleri olarak bizlere yazarken,
Olur ya! Hedefin altında yani düşünüldüğünden az bir kayıp kaçak olursa da;
Ödediğimiz kayıp kaçak bedeli azaltılmadığı gibi buradan doğan gelir de, kazanç olarak dağıtım şirketinin kasasına geçer oldu.
Ama iş maalesef bununla bitmedi!
Devir işlemleri henüz bitmişti ki, bu kez de hiç düşünmediğimiz bir karar bakanlar kurulunda ele alındı:
“Gün ışığından daha fazla yararlanmak adına kış saati uygulamasının kaldırılmasıyla” ilgili, yani bahsettiğimiz kış saati iptali yine “Tesadüfü” bir şekilde böyle bir zaman sürecine denk geldi.
İyi de 1940’lardan beri yürürlükte olan kış saati uygulaması ne olmuştu da özelleşmeyle beraber gereksiz görülmeye başlanmıştı.
Üstelik nedeni olarak gösterilen “Gün ışığı”da bu kararla erken mi doğacaktı.
Lakin doğmadı da!
Alınan kararla, yaz saatine geçmemiz kışlarımızı yaza da döndürmedi.
Hatta erken saatlerden itibaren kullanmaya başladığımız elektrik tüketimiyle cüzdanlarımız,
Gecenin ayazında yola çıkan çalışanlar,
Gözleri yarı kapalı yataklarından kalkıp rüya mı gerçek mi algılayamadan okula giden çocuklarımız;
Kimi zaman karanlığın verdiği korkudan, kimi zaman alamadığımız uykunun sersemliğinden, kış gecelerinin sabaha karşı iliklerimize işleyen dayanılmaz soğuğundan ve ha bire katlanan yüklü faturalarla çok daha fazla hisseder olduk yaz saatinin gelmesiyle, kışın şiddetini...
Ve özel olmamız gereken bizler, özelleştirmenin mağduru olduk maalesef...
Ve kış saati uygulamasının iptaliyle, söylenenin aksine vatandaş zarar görürken;
Acaba karlı çıkan kimler olmuştu!
Yorumlar
Kalan Karakter: