Bir 10 Kasım daha geldi.
Ve muhakkak ki, çoğumuz sosyal medya hesaplarımızdan Atatürk paylaşımlarıyla ona olan özlemimizi dile getirmeye çalışacağız.
Haklıyız da! Çünkü gün geçtikçe yokluğunu daha çok hissediyoruz.
Ve bir çoğumuzun, özlemden öte “Emanetini ne kadar iyi koruyabildik” noktasında vicdani bir tedirginlik yaşadığımız da muhakkak...
Üstelik bazılarının emanetten bihaber sadece başı sıkıştıkça Atatürk’ü hatırladığını gördükçe!
Öncelikle Atatürk’ü anlamak için yaşadığı dönem şartlarında başardıklarına bakmak gerek belki de...
Büyük bir kurtuluş mücadelesinden gerek ekonomik gerek insan gücü anlamında bitap düşmüş ve bir önceki hükümetten kalan dünya kadar borçla, bir ülkeyi tekrar ayağa kaldırmak öyle kolay değildi!
Kaldı ki, her ne kadar milletini cumhuriyetle taçlandırmak en büyük hayali olsa da,
Cumhuriyet değerlerini; saltanatla nemalanan bir kesime biat etmiş çoğunluğa anlatabilmek, kabullendirebilmek büyük bir cesaret, akılcı bir planlama ve donanım gerektirirdi.
Düşünsenize; eğitim seviyesinin oldukça düşük olduğu bir zamanda,
Birçok bölgede sadece şeyhlerin fetvalarının hüküm sürdüğü, çağdaş eğitimin, kadınlara insani hakların verilmesinin, laikliğin,
Şeriat temelli bir yönetim anlayışında; padişahın hükmüne karşı gelmenin, dinsizlikle eşit görülüp büyük suçlardan sayıldığı bir dönemde,
Yeni Türk devletini kurup, böylesi olağanüstü bir zamanın hemen akabinde, 20 Ocak 1921’de,
Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu,
Yürütme ve yasama yetkisi, milletin tek ve gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde toplanacağı gibi ana maddeleriyle devletin ilk anayasası kabul edilmiştir.
Devletin şekliyle ilgili bir hükmün olmadığı bu anayasada, bazı çatlak sesler nedeniyle aceleye getirilmemiş,
“Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” maddesi 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla beraber ancak eklenebilmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonra ise, doğan yeni ihtiyaçları karşılamak üzere TBMM’de bir komisyon kurularak 1960 yılına kadar yürürlükte kalan 1924 anayasası kabul edilmiştir.
ANAYASA MAHKEMESİ...
Anayasamızdan bahsederken,
Yüksek yargı organlarından olan; kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve TBMM iç tüzüğünün Anayasa şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleyen ve bireysel başvuruları karara bağlayan Anayasa mahkemesinin önemini de vurgulamak gerekir.
Hele ki, içinde olduğumuz süreçte!
Sloganı “Haklar ve özgürlükler, insanlığın onuru ve erdemidir” olan Anayasa Mahkemesi, Anayasa Yargısı Fonksiyonu’nu yerine getirirken, diğer yargı organlarının işlevlerinden farklı bir rol üstlenir.
Genellikle soyut, hukuki meseleleri çözmek, yani hukuki ilkeleri objektif olarak açıklamak ve devletin özgürlüklere dayalı demokratik düzenini koruma görevini üstlenir,
Kararlarıyla diğer devlet organlarını bağlayan bağımsız bir devlet organıdır.
Ve kendi idari işlerini yürütme yetkisine sahiptir, üyeleri hakkındaki ceza davalarını bile kendisi yürütür ve bu bağımsızlık da, Anayasa Mahkemesini tam anlamıyla bir Anayasa Organı haline getirmektedir.
...
Evet, çöküşe giden imparatorluğun yerine milli bir devletin kurulmasını sağlayan savaşlarla, kurulan yeni devleti muasır medeniyetler seviyesine çıkarma ülküsü ve azmi uğruna hayatının son anına kadar verdiği mücadeleyle geçen milletine adanmış 57 yıllık bir ömür...
Bugün 10 Kasım ve biz yine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü özlemle anıyoruz.
Ve Atatürk’ü yaşatmak onu yaşayabilmek,
Emaneti olan Türkiye Cumhuriyetini ebediyen koruyabilmektir...
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.” Mustafa Kemal Atatürk
Yorumlar
Kalan Karakter: