Kahramanmaraş depremi birçok canı alırken, yaşandığı bölgeleri ise tam bir enkaz yığınına çevirdi.
Ülkemiz için çok zor bir süreç!
Uzun zamandır uzmanların sıkça uyardıkları bir bölge olduğu için;
Aslında deprem kötü bir sürpriz değildi!
Olacağı biliniyordu!
Sadece 6 Şubat günü olacağı tespit edilememişti.
Zaten henüz bunu belirleyecek bir teknoloji yok ki!
Peki bunca “tedbir alalım, burada her an deprem olabilir” uyarılarına rağmen;
Her an olacakmış gibi tedbirler neden alınmadı veya neden hız verilmedi?
Üstüne, tehlikesi yıllardır belli bölgede;
294 bin binanın imar affından yararlanması ne kadar doğruydu!
Yapı denetim yetkisi, bağımsız kamu kurumlarından alınıp, özel şirketlerin insafına bırakılması doğru muydu?
Üstelik birçok inşaat şirketi, kendi yapı denetim firmasını kurup, kendi inşaatının altına imza atmalarının güvenilir olduğu söylenebilir miydi?
2018 tarihinden itibaren TBMM’ye sunulan 75 deprem önergesinden sadece 5'inin kabul edilmesinin nedeni!..
Halbuki, bu önergelerin hayati önemde taşıdığı bilinmiyor muydu?
AFAD’ı her ne kadar çokça eleştirsek de, 10 il için hazırladığı;
Olası bir depreme müdahale etmek için kaynak, plan ve koordinasyonlarının olmadığı yönündeki raporlarının, yetkililer tarafından dikkate alınmaması;
Eh , üst düzey yöneticilerinin de bu işlerden pek anlamayan biri olması, belli ki perçinlemiş dikkate alınmamalarını;
Ve tüm bu eksikliklerin deprem sırasında ve sonra açığa çıkması;
Deprem sonrası yerel yönetimlerin, sivil toplumun acil müdahale kapasiteleri zayıflatıldığı için;
Kritik ilk 48 saatte bürokratik engellere takılmaları;
TSK’nın afetlere müdahale yetkileri artık olmadığından, yine ilk 48 saatte maalesef ordunun mobilize edilememesi!...
Yapılan yolların çökmesi, getirilen yardımların, gönüllülerin ve yabancı yardım ekiplerinin gecikmesi;
Bölgeye ulaşan ekipler ise iş makinalarının yetersizliği ve koordine edilemediği için enkazlara gereken zamanda müdahalelerin gecikmesi;
Ülkenin her yerinden gelen yardım tırları, bölgeye ulaşmada zorluk yaşarken,
Nihayetinde kent merkezlerinde toplanan yardımlar, ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasında organize olunamaması!
Afetlerde her zaman ilk saatlerden itibaren, çadırlarını kurup sıcak yemek, içecek yardımlarına koşturan, çadırları kurup organize olan Kızılay bu depremde oldukça ağır hareket etmesi…
Fakat aynı saatlerde, depremzedeler için çadır kurmaya çalışan AHBAP derneğine stoklarındaki çadırlardan sattıklarını, kendi teyitleriyle de öğrenmemiz!..
Az değil!
2050 çadır demek, binlerce insanın ilk etapta barınacağı yer demek…
Kızılay’ın bu anlamda depremzedelere yaptığı acil çadır desteği asla unutulmayacak!
Yalnız birçok kişinin kafasındaki soru işareti “depremzedelere verileceği ortada olan bu çadırları, üstelik Kızılay neden para ile sattı ki!”
…
Evet, deprem öncesinde kulak ardı edilen önlemler bir tarafa;
Deprem sonrası görülen tüm bu gecikmeler, eksikler, koordinasyonsuzluk;
Hayatını, uzuvlarını, yakınlarını, evlerini, iş yerlerini, umutlarını, anılarını kaybeden binlerce insan, binlerce yetim, öksüz kalan çocukların acısı; hepimizin yüreklerini yaktı.
“Yatağımda rahatça uyumaktan utanır haldeyim” dedi insanlar!
Depremden beri insanların suratları asık, gülmek bile bencillik gibi veya hayata normal devam etmeyi normal görmezken;
“Çok daha insan kurtarılabilirdi” bilinci ise üzüntüyle beraber kırgınlığı, kızgınlığı da getiriyor.
Teskin edilmek, hatalarını kabul etmelerini duymak, şu andan itibaren gerekli olanların yapılacağından ve olası afetlerde aynı durumları yaşamamak adına güven duymak istiyor herkes!
Ve en çok istediği; ülke ve ülke insanı olarak büyük yaralar aldığımız bu deprem sonrası;
Azarlanmak, horlanmak, önemsizleştirilmek değil!
Samimiyet, şefkat, empati, önemli olduğunu, yaraların sarılacağını, bir daha yara almayacağına güven duymayı ve bu ülkenin bir parçası olduğunu hissetmek istiyor bu ülkenin acılı insanları…
…
Ve;
Cumartesi günü Fenerbahçe-Konyaspor futbol maçı; Pazar günü ise, Beşiktaş ve Antalyaspor maçı vardı.
Taraftarlar, her zaman olduğu gibi coşkuluydu.
Fakat bu seferki coşkuları; daha çok kızgınlıklarının, hüzünlerinin dışa vurumuydu.
Deprem sonrası, cümle insanımızın yaşadığı üzüntü, kırgınlık ve kızgınlığın haykırışı gibiydi…
Evet, depremin şiddeti belki stadyumlara da yansıdı,
Fakat seslerinin ulaşması gerekenler yine duyamadı, duyduklarını yine anlayamadı!
Anladığına ile anlamadığımız bir cevap verdi!
Halbuki; keşke binlerce insanın, depremzede çocuklar için binlerce oyuncağı sevgiyle nasıl da kanatlandırdıklarına odaklansalardı!
Veya kırgınlıkların sebeplerine!
Ve içlerindeki acı ve umut dolu rengarenk sevgiye, sevgiyle karşılık verebilselerdi!
Veya önlerine şapkalarını koyup, düşünmeyi deneselerdi…
Olmaz mıydı?
Yorumlar
Kalan Karakter: