Dünya, 7 Ekim itibariyle yıllardır zaman zaman ara verilmiş gibi görülse de tekrardan İsrail-Filistin arasında yaşanan çatışmaları, daha doğrusu insanlık katliamını seyrediyor.
Ve bu öyle bir durum ki hayvanlara hakaret olsun istemem ama,
Teşbihte hata olmaz babında; kimi zaman çakalların dansına, sırtlanların pusuda bekleyişine, kurtların acımadan parçalayışına, gücü azalanları yemek için akbabaların kenarda duruşuna ve tüm bu karakterleri içinde barındıranların sözde aslan kimliğiyle ve asıl hedefi dünyanın hakimiyetini eline almak olanların desteklediği bir vahşeti izliyoruz aslında...
7 Ekim günü, yani bir hafta önce Filistinli direniş örgütü Hamas’ın İsrailli sivil halka karşı saldırısıyla yüzlerce kişinin ölümü ve onlarca kişiyi rehin almasıyla başlayan olaylar hepimizi şoke edip üzerken,
Kendi halkının hayatını da riske attığı için anlamlandıramadığımız ve olacaklar için tedirgin eden bir saldırıydı.
Ve öyle de oldu!
Gazze’den İsrail’in farklı noktalarına roketler ateşlemesiyle de İsrail Savunma Kuvvetleri savaş hali ilan ederek büyük bir harekata başladı.
Ve tabii her zaman İsrail’in yanında olan, hatta birinci dünya savaşı sonrası itibariyle bu topraklara göç etmelerini sağlayan,
Bununla kalmayıp Filistin topraklarını sahiplenmelerine ve devlet kurmalarına ön ayak olan özgürlüğe, medeniyete ve insan haklarına verdikleri önemle dünyada nam salmış dostlarının da desteğiyle...
Devam eden süreçte ise binlerce sivil öldü ve ölmeye de devam ediyor...
Tabii şimdi bazılarımız şöyle düşünebilir:
Ama bu savaşı durup dururken Filistin yine niye başlattı ki...
Eh bizim gibi ülkesinde savaş yaşamayan, devamlı evleri bombalanmayan, işe sağ gidip acaba döner mi diye düşünmeyen, elektrik-su gibi en doğal gereksinmeleri bile birileri tarafından engellenmeyen ülkelerde yaşayanlar için belki bunu söylemek oldukça normal ve belki de en kolayı...
Lakin Filistin halkı yıllardır vatanlarının çoğu ellerinden alınmış, duvarlarla çevrili sıkıştırıldıkları kendi topraklarında her gün ölümler, tacizler yaşamak, kutsal değerlerinin postallarla çiğnendiğini görmek ve normalin ne olduğunu unuttuğu bir yaşam ve bağımsızlık mücadelesi vermek zorunda...
Ve bu; din, ırk, millet kavramlarıyla yorumlayacağımızın çok ötesinde, bu topraklarda işlenen bir insanlık suçu ve tüm dünyanın buna seyirci kalışı meselesidir.
Hatta seyirci kalmakla yetinmeyip, hukuk ve adalette dünya ikonu olduklarını iddia eden ülkelerin bu suçu meşrulaştırarak, aleni şekilde zulme taraf olması ve hakikatte bu zulmün mimarı olmasıdır.
...
Evet, hatalar biz insanlar içindir.
Hangimiz hatalı kararlar vermedik ki ve kim bilir sonrasında pişman olacağımız daha ne hatalarımız olacak.
Fakat herhangi bir yerde yönetici, idareci konumundaysak, vereceğimiz kararlar sadece kendimizi değil gerek çalıştığımız kurum çalışanlarını gerek kurum için önem teşkil edeceğinden çok daha dikkatli ve detaylarıyla düşünmemizi gerektirir.
Ve eğer yönetilen bir ülke ise bu hem ülke vatandaşları hem ülke toprakları için hayati niteliktedir.
Filistin ve çevresi, İngiltere’nin Arap güçlerini Osmanlı’ya karşı örgütleyene ve destek verene kadar;
Osmanlı idaresine bağlı kendi topraklarında özgürce ve kendi ihtiyacından fazla üretebilen, ekonomik kalkınma düzeyi oldukça iyi şekilde yaşıyordu. Kaldı ki bu bilgileri Filistinli araştırmacılar da teyit etmekte...
Ve İngilizlerin “tam bağımsızlık” sözlerine kanan Araplar,
1918’de İngilizlerin ülkeyi işgal etmesi, Fransa ile yapılan gizli antlaşmayla aralarında bölgeyi ikiye bölmesi ve günümüze kadar süren, aslında tohumları 1917’de atılan Filistin’de Yahudi halkları için bir vatan kurulması fikrini sunan ve siyonistlerin önderlerine bu sözü veren de yine Filistinlileri Osmanlı’ya karşı kışkırtan İngiltere olmuştu.
Öyle ki, bu anlaşmanın yapıldığı 1917 yılından 1922’ye kadar geçen 5 yıllık sürede, İngiltere’nin düzenlediği nüfus sayımında Yahudilerin sayısının Filistin’deki 750 binlik nüfusun yüzde 11’ine kadar ulaştığını gösteriyordu.
Ve Yahudilerin ülkelerine gelmeye başladıkları ilk dönemlerde, savaşlar ve Osmanlıdan ayrılmasının da etkisiyle o yıllarda yoksullukla cebelleşen Filistin halkı gelen Yahudilere mülk satmakta bir sakınca görmezken, gitgide durumun tehlikeli boyutlara ulaştığını gördüklerinde ise oldukça geç olmuş ve günümüze kadar devam eden bir hak mücadelesi başlamıştı...
Şu saatten sonra nasıl sonuçlanır, daha kaç can gider ve 100 yıllık planın sonuna mı gelindi acaba bilemiyoruz.
Ama Filistin meselesinde almamız gereken çok fazla ders ve tecrübe olduğu da kesin...
Lakin düşmanın her zaman pusuda yattığı, her ne sebeple olursa olsun vatanın bir karış toprağını dahi heba etmenin bedelini; günü geldiğinde özgürlüğümüz, bağımsızlığımız ve geleceğimizi feda etmekle ödeyeceğimizi hiçbir zaman unutmamalıyız...
“Gerçekten vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikçe üstün gelmek kafi değildir. Memleketimizin hakkında istila emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, idare ve ekonomi bakımlarından da kuvvetli olmak lazımdır.” Mustafa Kemal Atatürk.
Yorumlar
Kalan Karakter: