Sendikalar seçime yakın eylemlerine hız verirken; çalışan üyeler sebebiyle en çok hafta sonu meydanlarda oluyorlar...
Bu hafta sonu da, üst üste açıklamalar yapılırken bazen eş zamanlı gerçekleştiği için hepsini birebir takip etme şansımız olamadı maalesef...
İlk basın açıklaması, geçtiğimiz hafta Barutçu Tekstil işçilerinin işveren tarafından bilinçli zehirlenmeleri iddialarıyla ilgiliydi.
Olayın ulusal medyaya yansımasından sonra bildiğimiz üzere, Barutçu Tekstil bir açıklama yaparak;
“İddiaları yalanlamış, şimdiye kadar hiç bir çalışanını mağdur etmediklerini , bu eylemlerinin 40 ülkeye ihracat yapan firmalarının itibarsızlaştırma çabası olduğunu” ifade etmişti.
İyi de yıllardır bu firmada çalışan işçiler neden durup dururken böyle bir çabaya girer ki!
Veya 4 aya yakın bir süredir devam eden bu grevde madem hiç bir sorun yoksa, olay medyaya yansıyana kadar neden işçilerle hiç konuşulmamış;
“Kardeşim durup dururken ne oldu size”diye bile sorulmamıştı!
Keşke bununla ilgili de açıklamada bir kaç kelam edilseydi...
Firmanın işçiler ve sendikaya yönelik suçlamaları sebebiyle, cumartesi günü Öz İplik-İş sendika binasında, tüm bunlara cevaben işçilerle beraber onlar da bir basın açıklamasında bulundu:
Uluslararası İş güvenliği yöneticisi Ahmet Tatar da zehirlenmelerle ilgili açıklamalarda bulunurken;
“Bu tür kimyasalların taşındığı araç korunaklı ve emniyetli olması gerekir. Hatta nakil işlemini yapan personelin bile özel kıyafetler giymesi gerekir. Burada tespit edilen amonyak gazı maksimum seviyesi, 50 olması gerekirken 79 seviyesinde ve bu akciğer tahrişine,gözlerde körlüğe bile sebep olabilirdi. Kaldı ki ,olay günü tatil sebebiyle işçilerin yanında küçük çocukları da vardı” ifadelerini kullandı.
Grevci kadın işçilerin de bulunduğu toplantıda, çalışma koşullarının ağırlığından, emeklerinin hakkını alamadıklarından bahsederlerken, yine işten çıkarılan Bülent Balcı;
Bir yıl içinde iki kere yöneticileri tarafından haksızca sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldığını, ilkinde şikayet etmediğini ikinci kez tekrar ettiğinde şikayette bulunduğunu ifade etti.
Fakat ertesi gün şiddeti uygulayanlar yerine kendisinin işten çıkarıldığını da anlattı. Şeflerin ve güvenlik biriminin olayın iç yüzünü gördükleri halde kendisinin mağdur edildiğine vurgu yaptı.
Burada yazdıklarım dışında anlatılanlar da oldu ve inanın dinlerken, yok artık dedim...
Fabrika içinde bunca yaşananların bir çoğundan patronun haberi olduğunu açıkçası tahmin etmiyorum. Etmek de istemiyorum.
Ama eğer bir işletme sahibiyseniz, en üst kademeden,en alt kademeye kadar kim varsa size ulaşabilmelidir.
Siz de başkaları aracılığıyla değil, birebir bu çalışanlardan haberdar olmalısınız. Çünkü yaşanan herhangi bir olumsuzlukta muhatap sizden başkası değildir.
Bu durumda bahsettiğiniz itibar, sizin isminiz olacaktır ,aracıların değil!
...
Pazar günü ise; Şehreküstü Meydanında, staj mağdurlarının eylemiyle aynı saatlerde Kent Meydanı'nda da, DİSK Enerji-Sen’in eylemi vardı.
DİSK Enerji-Sen ile Uluğ Enerji arasında yapılan TİS görüşmelerinde anlaşma sağlanamayınca, enerji işçileriyle büyük katılımlı bir eylem yapıldı.
Milletvekili Orhan Sarıbal'ın da bulunduğu eyleme yine farklı sendikalar da destek verdi.
İşçiler soğuk ve zaman zaman yağan yağmura rağmen aileleriyle gelmişler, dertlerini dile getirmeye çalışıyorlardı.
Eyleme gelenlerle yaptığım kısa röportajlarda; arıza bakım personelleri olarak işlerinin risklerinden bahsederken;
Yoğun mesai saatleri, kar-fırtına demeden genelde sahada çalışmalarına rağmen asgari ücret düzeyinde maaş aldıklarını ve bunun emeklerinin çok altında olduğunu ifade ediyorlardı.
Uludağ Elektrik’in alt firması Uluğ Enerji işçilerinin sesi, aslında Türkiye’deki 21 dağıtım şirketinde çalışanların sesi.
Bazıları bugünkü eyleme katılırken diğerleri de eğer düzelme olmazsa eş zamanlı eylem yapacağını belirtmişler.
Ayrıca 2010 yılına kadar durumları kanunen ağır ve tehlikeli işçi sınıfı olarak değerlendirilirken, SGK’ya geçildikten sonra bu kod kaldırılarak, ”genel elektrikçi” diye tanımlandıklarını söylüyorlar.
Bu noktada işçiler şöyle diyorlar:
“Genel elektrikçi daire tesisatı, kamera tesisatı vs yapan kişilerdir.
Fakat bizlerin üzerine çıkıp çalıştığımız direkler, en az 10 metreden başlar.
Hava şartlarını gözetmeden en riskli durumlarda müdahaleyi yaparız.
Yasada yapılan düzenlemelerle,bizler tehlikeli işler kodundan çıkarıldığımızdan beri tüm haklarımız elimizden alındı.
2010 yılında tam özelleştirme yapıldıktan sonra bizim hiç bir vasfımız kalmadı.
Yani özelleştirme bir kesime sadece özel statü kazandırdı.
Ve bizim gibileri o statüdekilerin altında ezdirdi.
Şu an asgari düzeyde alırken, özelleşmeden önce maaşlarımız asgari ücretin 1.6 katıydı. Yani bugünle karşılaştırdığımızda 13 bin 600 TL olması gerekirdi. Gece vardiyasına kaldığımızda ödenmesi gereken ek ücret bile verilmiyor.”
...
Son günlerde yapılan sendikal eylemlerin neredeyse tamamı, maaş zamlarının kısa sürede yine alt düzeyde kalması ve maaş adaletsizliğine yönelik eylemler...
Haksızlar mı?
Asla!
Bir ay içinde açlık sınırı rakamları yine tırmandı!
Yoksulluk rakamlarına bakmıyoruz bile...
Çünkü gelirimizi artık sadece açlık rakamlarıyla kıyaslayabiliyoruz.
İşverenlerin çoğunun bu durumda ikilemde kalması, belki küçültmeye gitmesi;
İşsizliğin git gide daha da artması;
Görünen o ki; uygulanan ekonomi politikaları, enflasyona öyle bir meydan vermiş durumda ki;
Artık hızını kesemediği gibi, yavaşlatması bile mümkün görünmüyor...
Ve açlık yoksulluk rakamları halkın geneline ayna tutarken, bir kesimin bu aynanın dışında kalabilmesi de “büyük yetenek!“
Yorumlar
Kalan Karakter: