Çanakkale’de büyük bir alanı kapsayan dünkü orman yangını yine ciğerlerimizi yaktı...
Evet, klişe bir söz olacak belki ama ormanlar bir ülkenin nefes almasına sebep akciğerleri, yani sağlıklı yaşamasını sağlayan en önemli organları değil miydi?
Ve yanıyor!
Geçen yıl o bölgedeydim. Gözün alabildiği kadar yeşilin her tonu ve huzuru vardı. Hayran kalmıştım.
Ve böyle bir ülkeye sahip olduğumuz için ne kadar şanslı olduğumuzu düşünmüştük...
Ama dün bu bölgede çıkan yangınla beraber,
Tüm o yeşil verdiği huzurla beraber küle dönmüştü...
Alevler o kadar hızlı ilerliyordu ki; yerleşim yerlerini, insan hayatını tehdit etme noktasındaydı ve her şeyi yutuyor gibiydi.
Bazı evlerin, ahırların yandığı ifade edilirken 9 köy tümüyle boşaltılmış, bölgeye yakın Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Terzioğlu Yerleşkesinin dahi boşaltıldığı belirtiliyordu.
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı,
“Rüzgarın etkisiyle 15 kilometrelik bir alanı 6 saatlik bir sürede geçerek bir hat üzerinde yayıldı. Etkilenen alan 1500 hektar, 800 hektarı ormanlık geri kalanı ziraat alanı ve diğer alanlardan oluşuyor” derken;
Tedbirlerin alındığını, gerek havadan gerek karadan müdahalelerin yapıldığını ifade ediyordu.
Ve çok şükür bu kez uçaklarımız da vardı, pilotlarımız da...
Fakat yine de çok çok çok büyük bir alanı talan etmişti yangın;
Tam tamına 1500 hektar!
Yani 1 hektarın 10 bin metrekareye denk geldiğini düşündüğümüzde; yangının ne kadar korkutucu, endişe verici ve yıkıcı olduğunu belki daha iyi anlayabiliriz.
...
Yangının sebebi, bir yerleşim yerinin yanındaki araziden çıktığı, yangınların yüzde 90’ının insan unsuru olduğundan bahsediliyordu ekranlarda...
Rüzgarın etkisiyle engellenmesi de zordu belki.
Üstelik bu kez birkaç yıl önce yaşanan orman yangınlarındaki ihmaller de olmamıştı!
Yani elde olmayan nedenler de vardı.
Akbelen ormanlarında yaşanan kıyım da bir o kadar üzücüydü ve orada yaşananlar yüzde 100 insan/ insanlar unsuru, elde olan sebeplerin engellen(e)meyen rüzgarıydı sadece!
Veya o şekilde zeytinliklerin, ormanların kimi zaman maden arama uğruna kimi zaman turizm, rant uğruna ağaçların makinelerle devrilmesi.. Sonra metrelerce kazılıp o güzelim yeşil renklerin yerini, gri moloz yığınlarının alması;
Kuş cıvıltılarının yerini ağır makinelerin kulak yırtan seslerini duymak zorunda olmak,
Ve en önemlisi; iklim değişiklikleri, küresel ısınma ve daha başka faktörlerle gitgide azalan oksijenimizi, suyumuzu korumamız gereken zamanlarda,
Elde edilecek madenlerden çok daha değerli,
Mis gibi bol oksijenli havayı teneffüs etmek ve korumak gerekirken,
Kendi ellerimizle, bilerek isteyerek tüm oksijen kaynaklarını bir bir kapatmak, toz dumana boğmak da bir o kadar üzücü değil miydi?
...
Cennet bir ülkede yaşıyoruz. Yeşiliyle, mavisiyle, verimli topraklarıyla...
Bunca doğal felakete, ellerimizle yok etmemize rağmen,
Hala birçok ülkenin bize gıptayla bakmalarına sebep olacak kadar değerli ve güzeller...
Ve biz bitmeyecek gözüyle baksak da,
Burası gitse şurası var diyerek teselli olsak da,
Günden güne azalıyor, yok oluyor...
Ve biz her zamanki gibi var olanları korumak, kollamak hatta bunun için mücadele etmek, edenlerin yanında olmak yerine gidenin arkasından ağlamayı veya en çok da alışmayı tercih ediyoruz...
Bir gün ağlanacak halimizi düşünmeden üstelik!
Yorumlar
Kalan Karakter: