Yerel seçim öncesi siyasi partiler, adaylar, ittifaklar vesaire aylardır merak konusu olarak gündeme oturmuş vaziyette.
Siyasi partiler kazanacak birini aday olarak çıkarmak için çırpınırken,
Seçecek olan vatandaş nasıl bir başkan istiyor acaba?
Ama particiliğin arkasına sığınan, bu başkan bana yağ, tuz vermişti veya şu başkan gelirse inşaatlarımda imar, ruhsat gibi daha birçok süreçte bana sıkıntı çıkarmaz diyen seçmeni kastetmiyorum.
Bahsettiğim; Art niyetli beklentilerden uzak sıradan vatandaşların nasıl bir yönetici istediğiyle alakalı...
Ve sınırlı beklentilere alıştırılan, yapmak zorunda olduğu görevleri az buçuk yapanları bile nimet sayan bizler,
Yazık ki şimdilerde “Bal tutan parmağını yalar” sözünü bile sindirirerek,
“Eh, sonuçta adam çalıştı” diyerek zavallı tesellilerimizle seçim yapar olduk...
Ve sanki kendi malından harcayıp ayrıca hizmet etmiş gibi üstüne bir de alkış kıyametler...
Ancak her ne kadar kendimize çaresiz teskinlerde bulunsak da,
Eğer Türkiye’nin en ücra yerlerinden iki belediye başkanını hayranlıkla takip ediyorsak,
Bu hala gerçeklik algımızı yitirmediğimizin kanıtı,
Ve hizmetin dürüstçe yapılabileceğine dair umudumuzun var olduğudur da ayrıca...
...
KÜÇÜK SANDIĞIMIZ YÖRELERDE DEV GİBİ BELEDİYECİLİK!
Dün CHP Yıldırım İlçe Başkanlığı, tam da yerel seçim sürecinde muhteşem bir organizasyona imza attı.
Dürüst ve halkçı belediyeciliğe örnek teşkil eden 2 belediye başkanını vatandaşlarla buluştururken,
Bu programda vatandaştan çok mevcut başkanların ve adaylığa talip tüm isimlerin olması çok daha faydalı olabilirdi diye düşünmeden de edemedim...
Moderatörlüğünü ev sahibi olarak Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal’ın yaptığı “Toplumsal Belediyecilik, İlkeli ve Halkçı Belediye Yönetimi” konulu panelin konukları ise,
Tunceli Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu ve Rize Fındıklı Belediye Başkanı Ercüment Şahin Çervatoğlu idi...
Bu arada belki bazılarımız Çervatoğlu’nu Maçoğlu kadar tanımasa da,
Onu da birebir gözlemleyen biri olarak Maçoğlu’ndan geri kalmadığını söyleyebilirim. Zaten örnek başkanlardan biri olarak davet edilmesinin nedeni de bu.
Programın açılış konuşmasını yapan CHP Yıldırım İlçe Başkanı İlhami Gün, en çok göç alan ilçelerden biri olan Yıldırım’daki imar ve kentleşme sorunlarından bahsederken;
“Yıldırım’ı hak ettiği kamu hizmetlerinden mahrum bırakan zihniyet, bu bölgeyi arka bahçesi olarak çantada keklik nasılsa diyerek dezavantajlı bir ilçe haline getirmeye devam etmektedir. Bizim hedefimiz, bu tabuyu yıkarak halkçı demokratik anlayışı inşa etmektir. Ve bu vasıfları hayata geçiren başkanlarımızı da yerel yönetimler startını vermek için bugün davet ettik” ifadelerini kullandı.
Ve bana kalırsa söylediklerinde haklılık payı olduğu gibi eksik tarafı şuydu; Yıldırım, çantada keklik olarak görülürken şimdiye kadar bunu kabullenmiş bir muhalefet olduğunu da unutmamak gerek. Yani “Nasılsa bu bölgede kazanamayız” deyip baştan havlu atmış siyasi partileri de lütfen hatırlayalım diyorum.
Keza birçok yönden mahrum kalmış, hak ettiği yaşam standartlarına ulaşamamış bir bölgede yıllardır seçim sonuçları değişmiyorsa, kimse kusura bakmasın ama hizmeti eleştirilen yönetim kadar muhalefetin de kendisini sorgulaması gerekmez mi?
Sonrasında kısa bir konuşma yapan Sarıbal; Kent hakkı olan beslenme, barınma, ulaşım gibi haklarımızın kaynağında temel insan haklarımızın hala çözülmemesinin etkisi olduğuna değindi.
Ve ilk konuşmacı olan Ercüment Şahin Çervatoğlu;
12 Eylül darbesiyle tutuklanan ve cezaevinde hayatını kaybeden Fatsa’nın unutulmaz Belediye Başkanı Fikri Sönmez’in hafızalarımıza kazınan “Ben ne yaptıysam halkım için halkımla birlikte yaptım” sözleriyle konuşmasına başladı.
Ve gerek Çervatoğlu’nun gerek Maçoğlu’nun konuşmalarında Fikri Sönmez’in bu sözlerini dillendirmelerinin ilerleyen saatlerde boşa olmadığını gördük.
Çünkü başkanı oldukları belediyeleri bir başlarına veya kurdukları meclisle değil, bölge halkıyla beraber yönetiyor,
Alınan kararları, projeleri halkın onayına sunuyorlardı.
Çervatoğlu bu anlamda; “Bizim meclis toplantılarımız halka açıktır. Ve oylamalarda onların kararı önceliklidir. Öncesinde onlara soruyoruz ve talepleri doğrultusunda devam ediyoruz. Göreve geldiğim ilk gün kendimin dahil belediyede tüm birimlerin kapısını çıkarttım. Burada kimsenin özeli olamazdı. Makam koltuğumu, masamı yani makamı temsil edecek ne varsa her şeyi belediyeden dışarıya attırdım. Çünkü biz hizmet etmeye gelmiştik, makamla bizim işimiz olamazdı. Sekreter, özel kalem gibi birimlerimiz de yok. Müdürlüklere gelince sadece kağıt üzerinde formalitedir. Yani kurum içinde şu birimin müdürü vesaire diye diğer personellerden farklı bir konum yoktur. Fındıklı’da laz, gürcü, kürt gibi daha birçok etnik kökenden vatandaşlarımız var. Biz imece formatında MECİ kültürü için yardımlaşma, paylaşma,eşitlik, barış, kardeşlik, ortak üretim ve sözün, yetkinin, kararın ve iktidarın halkta olmasıyla ilgili bir deklarasyon yayınladık. Bizim idari anlayışımız, şehrin her yerindeki insanların eşit şekilde yaşamasıdır. Ne imar ne eğitim ne sağlık ve ne de herhangi bir sosyal aktivitede bizim ilçemizde kimsenin önceliği olmadı olamaz da...” diyor sözlerinin satır aralarında.
Daha birçok konuya temas eden Çervatoğlu, gerek esprilerle gerek yaşadığı anılarıyla pekiştirerek gerçekleştirdiği konuşmasıyla dinleyenlere hem keyifli hem de aydınlatıcı anlar yaşattı.
Ve daha sonra söz alan Fatih Maçoğlu ise; Büyük kentlerdeki göçlerin getirdiği çarpık kentleşmeye farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak, “Eğer yaşadığınız topraklarda gerek ekonomik gerek sosyolojik ve gerek terör olaylarından kaynaklı hayatınız zorlaşmışsa, bütün kentler halkındır” diyerek bu kaygılarla gelen ve maalesef ötekileşmek ve kimi zaman ekonomik olarak mağdur olan vatandaşların da gittikleri yerde bu ülkenin bireyi olarak haklarının olduğunu vurguladı.
Devamında ise; “Yerel yönetimler, halkla yönetiliyorsa yerel belediyecilik olur. Burjuvazi ve kapitalist siyasiler belki bizden daha iyi çalışıyor. Daha çok katlı binalara izin veriyor, daha kalın kaldırımlar yapıyor ama depremde bunun sonuçlarını da gördük maalesef. Halbuki ülkemizde iyi bir planlamayla eğer rant da gözetilmezse az katlı yapılar için yer çok fazla. Eğer bir belediye, halkına çeşmeden içecek suyu sağlamak yerine aylık binlerce lira dökerek plastik şişelerde su almaya teşvik ediyorsa bu hizmet değildir. Biz ilk tohumu toprağa attığımızda bazı medya kuruluşları ‘Komünistler toprağı işgal etti’ diye yazdı. Halbuki dedelerimizden kalan topraklardı. Fakat sonrasında büyük tekeller telaşlandı, bize ulaşmaya çalıştı. Ve bu topraklarda artık 41 ile attığımız ilk tohumdan elde ettiğimiz hasatla ulaşabiliyoruz. Biz organik değil doğal tarım yapıyoruz. Kaldı ki, organik denilerek pazarlanan ürünlerin tohumları organik olsa da topraklarının olmadığını biliyoruz. Ve bunları yaparken çevreyi ve yaban hayatı da korumak mühimdir. Tarımdan eğitime, kadın haklarından sanata 30’a yakın kooperatifimiz var. Yoksullara yardım etmek için bir çalışma yürütmüyoruz. Biz yoksulluğu bitirmek için üretimde beraber çalışıyoruz bu anlamda onlara destek oluyoruz. Ve belediyelerin yaptıkları hizmetler nimet değil zorunluluktur. Su, ulaşım, iletişim; para ile olmamalıdır. Barınma ihtiyaçları ise, en ucuzundan yapı kooperatifleriyle karşılanabilmelidir. Keza bununla ilgili çalışmalarımız da devam etmektedir” şeklinde konuştu.
Ve özetle yazmaya çalışsam da Maçoğlu’nun söylediği her kelime ve hayata geçirdiği her proje ütopik sandığımız hayallerimizden birer alıntı gibiydi.
Nasıl da unutmuşuz ve ne kadar da çok görür olmuşuz kendimize hakkımız olanı istemeyi veya talep etmeyi diye düşündüm bu koca yürekli iki belediye başkanını dinlerken...
Vatandaş olarak tuhaf biçimde vazgeçmişiz kendimizden,
Ve hakkımız olan hizmeti bile almamışken, bize dayatılan alkışlarımız ne kadar da sağırlaştırmış duyularımızı.
O parti bu parti, bize ne halbuki!
Makam sarhoşluğu için kadehlerini neden dolduruyoruz ki,
Veya neden süklüm büklüm önlerinde mahcup şekilde konuşuruz ki mesela,
Kaldı ki bizim güvenerek seçtiğimiz ama güvenimizi heba edenlerin mahcup olması gerekmez mi?
Yoksa giydikleri markalara veya yaşattığımız lüks hayatlara mı hürmetimiz ya da acaba biz mi onlara “Ye kürküm ye” diye farkında olmadan dayatıyoruz!
Ve dün Türkiye’ye örnek teşkil eden ama çoğumuzun bahsederken pek kale almadığı, bir kenarda kalmış bu yörelerin güzel yürekli başkanlarıyla yan yana oturup uzun sohbetler yaparken gördüklerim;
Ellerindeki nasırlarla, giydikleri sıradan kıyafetler, cilasız ayakkabıları ve insanlara karşı oldukça mütevazi halleriyle işçi sınıfından bir emekçi gibiydiler...
Aslında “gibi” demek ne kadar doğru oldu bilmiyorum.
Çünkü gerçekte halka hizmet bilinciyle bu yola baş koymuş “seçilmiş emekçiler” di onlar...
Ve bu anlamda CHP Yıldırım İlçe ve Bursa İl Başkanlığını tam da bu dönem böylesi bir program düzenledikleri için takdir etmek gerekir.
Ve dileğimiz; kendi seçecekleri adaylar dahil rant belediyeciliğinden ziyade tüm partilerin halka hizmet belediyeciliği yapan bu emekçi başkanlardan ilham almaları...
Yorumlar
Kalan Karakter: