Ünlü filozof Herakleitos, değişime müsait olan her şeyin er ya da geç değişeceğini belirterek;
“Hayatta tek şey değişmez o da değişimin ta kendisidir” der.
Kaldı ki, değişim günümüzde çok daha hızlı gelişen bir süreç haline geldi.
Hızla değişen dünyamızda, bilgi ve öğrenme çağıyla beraber artık çok daha çevik, çok daha pratik düşünmek gerekiyor.
Mesela, deneyimlerden ders çıkarmak için artık destanlar okuyup üzerine düşünmek,
Karşılaştığımız yeni ve sıkıntılı durumlarda afallamak gibi ne şansımız, ne zamanımız yok!
Hızlı ve doğru kararlar vermek zorundayız.
Aksi halde “Atı alanlar Üsküdar’ı artık ışık hızıyla geçebilecek yeteneğe sahip!”
...
Her ne kadar bahsettiğimiz değişim; gelişen ve değişen dünyaya ayak uydurmamız ile ilgili olarak görülse de,
Son birkaç ayda “değişim” derken aklımıza ilk gelen; CHP’deki değişim rüzgarı, daha doğrusu değişim mücadelesi!
Ve hatırlarsanız, genel seçimlerin hemen ardından İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun:
“Kimse endişe etmesin, her şey yeniden başlıyor. Unutmayın, değişmeyen tek şey değişimdir” diyerek birçok partilinin düşündüğü ama dile getiremediği, değişimin gerekliliğinin fitilini de ateşlemişti aslında...
Tabii ki, her değişim sancılı bir süreçten geçer. Haliyle CHP de o doğrultuda devam ediyor.
Aslında işlerin bu hale gelmesinde bizler de masum sayılmayız!
Zamanın akış hızına birçok yönden ayak uyduran bizler,
İş siyasete geldiğinde; nedense koltuğa olan aşırı hürmetimizden kaynaklı, siyasilere verdiğimiz sonsuz ego neticesinde, oturdukları makamları aşırı sahiplenmelerine de neden oluyoruz.
Halbuki koltuk bu!
Sonuçta oturdukça yıpranan, yıprandıkça değişim gerektiren, hiç değilse arada kılıfını değiştirmemiz icap eden bir nesne değil midir?
Üstelik oturduğu makamın hakkını verememiş, güvenenlerin bir gün yüzünü güldürmediği halde bizler hala buyur ediyorsak, biraz kendimizi de eleştirmeliyiz.
Ama pek tabii ki iyi niyetimiz için kendimizi yargılarken,
Liderin de o koltukta oturuyorsa; o makamı, başarıyı sahiplendiği gibi yenilgiyi de sahiplenmesi gerekmez mi?
Ve bunun bedelini ödemesi...
Fakat maalesef ki, bu tür etik değerler bizim siyaset arenamızda pek de kolay kolay gördüğümüz durumlar olmadığı gibi koltuğa kanlı canlı bir figür mantığıyla bakılarak;
“Ya benimsin, ya kara toprağın” deyip, kanımca ebediyete intikal edene kadar aralarında bir bağlılık akdi yapıyorlar.
Haliyle CHP’de de durum benzer şekilde ilerliyor.
Neden değişim isteniyor diye sorgulamayı bırakın!
Değişim fikri hissedildiği andan itibaren, isteyenlere karşı harekata başlandı.
Bu doğrultuda bazı il ve ilçe başkanlarını görevden almalar, kayyum gibi atamalar, değişime destek verenleri partiye ihanetle suçlamalar vesaire...
Tamam, bazı noktalarda değişimciler de henüz neler değiştirebilecekleriyle ilgili net veriler sunmamış olsalar da,
Engel olma çabaları da neyin nesiydi?
Fakat tüm bu çabalara rağmen, CHP kurultayının fragmanı olarak görülen İstanbul kongresi değişimcilerin zaferiyle neticelendi.
Ve İmamoğlu’nu da memnun eden değişimciler kanadından Özgür Çelik, bu yarışın galibi oldu.
Bu mevzuyla alakalı görüştüğüm CHP’den değişim karşıtı bir milletvekili şöyle diyordu:
“Aslında şu an Kılıçdaroğlu dahil konuşulan hiçbir ismin CHP Genel Başkanlığına layık olduğunu düşünmüyorum. Değişimcilerin ise, değişimi sadece kişiler üzerinden ele almaları, temeldeki sorunlara inmemeleri, kişisel hırslar ve kendi aralarında organize olma çabalarını görmek de ben ve benim gibi düşünenlere güven vermiyor.”
Ve aslında bu sözler, içinde bulunduğumuz süreçte siyasetin her alanında şahit olduğumuz durumlar ve neticeleriydi.
Değişimin yeterli güveni sağlayacak projeler sunmayışı, parti içi ve ittifak ortakları arasındaki iktidar mücadeleleri ve neticede vatandaşın güven bağlamında seçimlerde tereddüt edişinin belki de en önemli nedeniydi...
CHP’de de bu anlamda değişimle ilgili atılan bu adımdan sonra devamında ne olur, hep beraber göreceğiz ama dediğim gibi kurultay sonucuna kadar bu mücadelenin devam edeceğinden de kuşkumuz yok!
Aslında gündemde olması gereken ve belki de bir değişim için CHP kadar geç kalmadan, işe koyulması gereken bir diğer parti de İYİ Parti gibi görülüyor.
Türkiye’de merkez sağın kalesi olarak yola çıkarak dikkat çeken İYİ Partililer de yine genel başkanlarına duydukları koşulsuz saygının bedelini ödemek zorunda kalıyor.
Sözde dobralık adı altında her konuşmasında; kimi zaman partililerine, kimi zaman ittifak ortaklarına demediğini bırakmazken,
Özellikle son zamanlarda itinayla iktidara tatlı sert bir muhalefet yapmaya özen gösteren Meral Akşener’in ne düşündüğünü, ne gibi planlar yaptığını dinleyen herkes gibi bizler de anlamakta oldukça zorlanıyoruz.
Kendini topuklu efe lakabına kaptırıp efelik yapıyor desek!
Efelerin bu şekilde vara yoka saydırmadığı; yiğitlikleriyle, mertlikleriyle ama özellikle ağırbaşlılıklarıyla öne çıktıklarını da düşünürsek bu lakabın hakkını verdiğini söylemek biraz zor.
Yerel seçimlere odaklanılması gereken bu süreçte, onu can kulağıyla dinleyen partililerini herkese açık grup toplantılarındaki söylemleriyle hüsrana uğrattığı yetmezmiş gibi söylediklerinin savunmasını yapmak da yine partililere kalıyor.
“Yok onu beğenmemişler, hor görmüşler, bir köylü kızı olarak şunu yapmış, bunu başarmış, altılı masada da şöyle dinlememişler, böyle hakir görmüşler” gibi ülkenin temel sorunlarından uzak ve vatandaşı ilgilendirmeyen, habire tekrara düşen söylemlerini anlamlandırmanın ve savunmaya çalışmanın kolay olmadığı da ortada...
Şimdi öncelikle ne için zaman kazanmaya çalıştığını, neden böyle laf kalabalıklarıyla konunun özüne bir türlü inmekten sakındığını anlayamıyoruz ve bir kesim partilinin de bu durumdan rahatsızlık duyduğunu biliyoruz.
Veya daha netini söyleyeyim, şu an bazı partililer oldukça tedirgin şekilde bu konuşmaların ne ile sonuçlanacağından emin olmak için bekliyor.
Lakin konuşmalarına baktığınızda, Akşener’in önceki çizgisinden uzaklaştığı hissedilebiliyor.
Sanki bir yerlere gidesi var da, yol arkadaşlarına söylemeye cesaret edemeyen,
Veya daha iyimser bir tahminle; bu izlenimi vererek, ittifak için kollarını açmış bekleyen CHP’ye karşı taleplerinde daha cesur olmaya yönelik bir çizgide ilerliyor gibi...
Ama nedeni ne olursa olsun! Her halükarda tuhaf tavırlar içinde olduğuna şahit oluyoruz.
Ve hepimizin bildiği üzere; Milletvekilliği, bakanlık ve TBMM Başkan Vekilliği gibi görevlerde bulunarak yüzlerce milletvekilini yönetmiş tecrübeli bir isim olarak, nerede kızıp, nerede bağıracağını, sinirine hakim olamayıp bilinç dışı agresiflik yapacak kadar acemi olmadığı da malumken!
...
Ve mevcut duruma baktığımızda, söylenecek tek şey kalıyor;
Seçmenin siyasi liderlerin değişiminden çok, hayatında pozitif değişim yaratacak kriterlerine yönelerek, bilinçli bir şekilde değişim denen olguyu önce kendisinde başlatmak...
Yorumlar
Kalan Karakter: