Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Atatürk...
1932 yılının 26 Eylül tarihinde, Birinci Türk Dili Kurultayı’nın açılış gününde Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla;
Türk Dili Tetkik Cemiyeti, onlarca yazar, gazeteci, bilim insanı ve sanatçı gibi toplum dilinden anlayan meslek gruplarını bir araya getirmiş,Türkçe’nin önemini vurgulamak ve unutmamak adına yapılan kapsamlı çalışmalar neticesinde “Türk Dil Bayramı” ilan edilmiştir.
Özellikle Arapça, Farsça boyunduruğunda kalan Türkçemizin doğru kullanılması, gelişmesi, özleşmesi ve zenginleşmesi anlamında gerçekleşen bu kurultayların önemi ise büyüktür.
Türk Dil Cemiyeti’nin adı sonrasında Türk Dil Kurumu olarak değişirken, çalışmaları ise Atatürk’ün vasiyetine sadık kalarak bu zamana kadar devam etmekte...
Fakat mesele şu ki; biz ne kadar öğrenebildik veya ne kadarını uygulayabiliyoruz.
Gençlerin kendilerince geliştirdikleri ve aralarında kullandıkları teknolojik mesajlaşma dil tekniklerini, konuşmalarına yansıtmalarından bahsetmiyorum.
Çünkü belli ki eğitim sisteminde; Türkçe derslerinde yıllardır sadece tek düze devam eden cümle yapıları, öznesi, nesnesi yüklemi öğretmenin, gündelik hayattan çok sınavlara yaradığı ortada.
Tıpkı okullardaki trafik derslerinde elin adamları sürücülük eğitimi verirken, bizim hala trafik ışıklarından öteye geçemediğimiz gibi...
Artık müfredat derslerine ve konularını da biraz gelişen dünyaya uydurmalı ve dil bilgisini yazımdan çok asıl amacı olan “dilimize” uygulamanın da zamanı diyerek, güncellemeliyiz belki de...
Aksi halde hepimiz emoji diline alışmalı veya öğrenmemiz gerekecek...
...
Yukarıda bahsettiğimiz değişen dünya ve jenerasyon dili diye geçip;
Dil Bayramının asıl amacı olan başta Arapça ve Farsça olmak üzere arınması gerekliliğine ve ortak dilimiz olan Türkçe’nin kullanımına baktığımız da ise,
Haliyle dilimize yerleşen ama artık birçoğumuzun bilmediği bazı terimler olsa da, çoğu zaten musiki de kalan birkaç sözcükten ibaret diyebiliriz.
Fakat sığınmacıların ülkemize gelişiyle ve bir kesiminin yerleşik hayata geçişiyle birçok mahallede hatta işlek caddelerde dahi koskoca arapça tabelaları, maalesef 90 küsür yıl sonra yeniden görmeye başladığımızı söyleyebiliriz.
Daha ilginç olanı ise; bu tabelaları sadece ülkemizde yaşamaya başlayan arap esnafın asmaması, ülke vatandaşlarının da Türkçe tabelaların yanında arapça levhalar da kullanmaları...
Niye ki? Bizim ortak dilimiz olan Türkçe,
Ve burada yaşıyorlarsa bu dili öğrenmelerinde sakınca olmamalı. Tıpkı farklı anadillere sahip yüzlerce yıldır bu toprakta yaşayan Türk insanı gibi...
Turizmin odağı olan bazı turistlik beldelerde, gelen turist kesimine yönelik bu tür tabelaları görsek de, onların buraya tatil amacıyla kısa süreliğine gelmeleri, döviz bırakacak olmalarını da var sayarsak ve dil öğrenecek zamansızlık vesaire düşündüğümüz de anlaşılır olabilir.
Kaldı ki bu durumda bile abartılması noktasında tartışılabilir.
Hele ki Atatürk’ün en büyük hayallerinden olan ve TDK’na verdiği önemin başında gelen Türk dilinin ulusal ve uluslararası alanda tanıtma ve önemini anlatma amacı düşünüldüğünde;
Türk turistinin en yoğun gittiği ülkelerde bile bize karşı böyle bir hassasiyet gösteriyorlar mıdır acaba çok merak ediyorum!
...
Yanlış anlaşılmasın! Gelen sığınmacıların anadili arapça olduğu için bazıları gibi rahatsız olduğum da sanılmasın. Çünkü nasıl ki doğduğumuz ülke, aile, din, ırk ile yargılanmak tuhaf ve yanlışsa,
Hayata gözlerimizi açmamızla beraber bulunduğumuz çevrenin lisanıyla öğrendiğimiz ilk sözcükler, cümleler, yani ana dilimizin yargılanması da o derece yanlıştır. Lakin bunlar tercihlerimiz dışında bizimle doğan yaşayan uzuvlarımız gibidir.
Zaten ülkemiz de dinlerin, dillerin, ırkların yıllarca beraber harmanlandığı, rengarenk bir mozaiği değil midir?
Şener Şen ve Meltem Cumbul’un başrollerini paylaştığı “Gönül Yarası” filminin bir sahnesinde, gittikleri bir mekanda Kürtçe bir türkü söylenmektedir sahnede. O sırada kocasından şiddet gördüğü için kaçan bir kadını canlandıran Cumbul türküden etkilenerek ağlar. Yanında oturan Şener Şen “Kürtçe biliyor musun” diye sorar.
Hayır der Cumbul. Peki niye ağlıyorsun diye sorduğunda ise “Bu türküye ağlamak için Kürtçe bilmek mi gerek” diye anlamlı bir yanıt verir. Çünkü anlaşmak, aynı duyguları paylaşmak için aynı dili bilmek, konuşmak gerekmez bazen...
Biz yüzyıllardır fark gözetmeden; bizi biz yapan bu çeşitlilikleri kullanarak birlikteliğimizi onca bozmaya çalışanlara rağmen “Biz olmayı” başarabildik.
Tabii ki ana dillerimiz, içindeki “ana” kelimesiyle beraber kullanılmasıyla bile ne kadar özel olduğunu belli eder.
Amma velakin beraber yaşadığımız bu ülkede, beraber kullandığımız ortak dilimiz olan ve tek yürek olduğumuz Türkçe bizim en önemli zenginliğimiz oldu her daim...
Ve bizim değer verdiğimiz kadar gelen misafirlerimiz ve burada yaşamayı düşünen kimselerden de ortak dilimize gösterdiğimiz bu özeni ve hassasiyeti istemek çok mu yanlış!
Üstelik bayram olacak kadar önem veriyorken...
Hakkıyla, özüyle, değerini bilerek konuşacağımız nice bayramlara...
Türk Dil Bayramımız kutlu olsun...
Yorumlar
Kalan Karakter: