Depremi en ağır yaşandığı illerin başında Hatay ve Adıyaman vardı!
Deprem bölgesinden gelen Eczacı Odası yardım ekibinden bir eczacımızla konuşuyordum dün!
Oldukça üzgün ve tedirgindi!
"Görmeden anlamak mümkün değil!" diyordu.
Devamında da;
“Hatay’ın neredeyse tamamı enkaz bir şehir görünümünde.
Tek tük insanlar dışında sivil halk yok gibi bir şey. Askerler var çoğunlukla, güvenlik için oradalar.
Öyle bir yıkım vardı ki, şehre ve enkazların durumuna baktığınızda;
Bazı enkazlara belki de hiç girilmediğini bile düşündük!
Şehrin büyük bir alanında; ne yol, ne geçit, sadece kum, taş, beton!
Tamamıyla harabe ve hayalet bir kent durumundaydı.”
Yine şu an hala Hatay’da olan ve kendisi de o yörenin insanlarından olan bir arkadaşımla, telefonla görüştüm. Şöyle diyordu:
“Depremde kurtulan aile fertlerinden bir kısmını şehir dışına gönderdik. Fakat bizler günlerdir enkaz altında kalmış yakınlarımızın çıkarılması için burada bekliyoruz.
Çalışmalar için gerçekten şunu söyleyebilirim; Çok ağır yürütüldü. Böylesi acil bir durumda her şey çok tuhaftı. 20 inci gün yeğenim, ancak enkazın altından çıkartılabildi. Çadır var diyorlar. Kızılay kurdu diyorlar. Maalesef öyle değil. Çok sonra geldi ve çok kısıtlıydı getirdiği çadır.
Kim ne derse desin!
Felaketi biz yaşadık!
Ve hala enkaz altında birçok kişi var.”
Adıyaman için ise; belki Hatay’a göre bir parça daha iyi durumda sayılabildiğini söylüyorlardı.
Fakat orada da çok büyük bir yıkımın olduğunu; Şehrin büyük bir kısmının enkaza döndüğünden de bahsetti bölgeden gelen gönüllüler.
Şehirde; yiyecek alabileceğin tek bir marketin bile olmadığını, insanların umutsuzluk ve çaresizlik içinde ne yapacaklarını şaşırmış halde olduklarından bahsederken;
Ayrıca yardımların dağıtımında, hala bir organizasyonun tam anlamıyla olmadığını ve hala ayakkabısı olmayan, yardım alamayan yalınayak çocukların olduğunu da belirtiyorlardı…
Evet, doğal afetler engellenemez. Fakat tedbir almak, zararı en aza indirmek elimizde…
Ve ölümün en acısıydı, ani ölümlerin dayanılmaz ağırlığıydı yaşanılanlar!
Eskilerin “Baş yastıkta ölüm nasip et Allahım”derler.
Çünkü ölümün soğukluğuna hazırlar biraz da olsa insanoğlunu!
Hem karşılıklı helalleşilir;
Tüm bilerek, yada bilmeyerek kırdığın kalpler veya riayet etmediğin haklar için!
Fakat iki tarafın da, samimi olmaları gerekir duygularında ve de onaylaması gerekir.
Ama ansızın gelen ölümlerde, birçok şey yarım kalır içinde!
Bazen söylediklerin, bazen söyleyemediklerin…
Mesele şu ki; akit diyebileceğimiz, “HELALLEŞME”yi;
Hayatta olmayan insanla yapmanın, maalesef mümkünatı yoktur!
Çünkü ne helal ettim, ne de helal et diyemez!
…
DEPREMİ ÖNEMSİYOR MUYUZ?
Eli kulağında olan Marmara depremine karşı tedbirler ne düzeyde!
Belediyelere geçmeden önce, bir kısım insanımızın da bu konuda oldukça vurdumduymaz ve bilinçsiz olduğunu söylemek gerek!
2000 öncesi yapılan evlerin öncelikle riskli olduğu üzerine bastırılarak defalarca belirtilmesine rağmen;
Birçok sitede apartman sakinlerinin; “ Belediyelerden kontrol, denetim talep edelim” demelerine rağmen;
Apartman yönetiminin karşı çıktığını veya önemsemediğini duydukça;
Yok artık!
Hala mı diyoruz.
Bunun sebebi de;
Bazıları, bu işlemlerin pahalı olduğunu düşündüklerinden,
Hatta inanmayacaksınız ama bazıları;
“Eğer bina sağlam çıkmazsa, güçlendirme için bir daha paramız gidecek!
Üstüne üslük, Birde duyanlar olursa, evimizin değeri düşer” diyenler de var!
Tamam, belki hayat pahalılığı bir çoğumuzun belini büktü!
Her harcamamızı saatlerce düşünüp, gerekli olduğuna karar verirsek, ancak yapabiliyoruz!
Ama böyle hayati bir konuda; hayat pahalılığının;
Hayatımızı ucuzlatmasına hatta yok etmesine izin vermemiz doğru mu?
…
YUNUSELİ TOKİ KONUTLARI “FELAKETE BUYUR MU”DİYOR!
Gündemimiz oldukça üzücü bir şekilde depremle alakalı devam ederken;
Haliyle; bulunduğumuz şehirlerdeki yapıların durumu nasıl!
Depreme dayanıklı mı değil mi diye düşünmemiz ve tedbir almamız da gerekiyor.
Kaldı ki Marmara depremi için habire uzmanlar uyarıyorken!
Birkaç gün önce Osmangazi Yunuseli TOKİ Konutlarında kalanlardan bana ulaşanlar oldu.
Durum öyle böyle değil!
Fotoğraflara baktığımda inanamadım!
Bu konutların yapıldığı yerler; bir çoğumuzun bildiği üzere, bataklık diye tabir edeceğimiz alanlardı.
Hatta çok öncesini bilenler, o bölgenin tamamen sazlık olduğunu;
Ve halk arasında bu özelliklerinden dolayı “Yalak Çayırı” olarak bilindiğini söylüyorlar.
2008 yılında inşa edilen bu konutlar 11 katlı olup, zemin ve bodrum katlarıyla beraber 13 katlı bloklar halinde yapılmış.
Bayağı yüksek katlı diyebiliriz aslında böyle bir bölge için.
İnşaat tekniği açısından fena olmadığı söylenen bu konutlarda, sıkıntı zeminden kaynaklı!
Fakat drenaj kanallarının ve temel bohçalama denilen korumasının yapılmadığı için;
Yapıldığı tarihten beri; zeminden devamlı yüzeye gelen su,
Bazen öyle bir hale geliyor ki, bodrum katlarında yarım metre kadar su dolduğu belirtiliyor.
Bu yüzden zaman zaman pompayla çekmek durumunda kaldıklarını belirtiyorlar.
Kaldı ki; normal zamanlarda da zeminden kaynaklı devamlı bir sulanma mevcut!
Hal böyle olunca; temel kolon betonlarının zarar gördüğünü ve bunun ciddi bir risk oluşturduğunu ifade ediyorlar.
Bana ulaşan konut sakinleri; mesleki anlamda bu işlerden anlayan kişiler olduğu için;
Olabilecek zararların farkındalar ve oldukça tedirginler!
Bu anlamda site yönetimine de uyarıda bulunmuşla ve belediye kanalıyla;
Zemin etüdü raporları,
Ges teknik raporları,
Mimari ve statik proje dataları,
Yapı denetim beton sonuçları,
Tüm ruhsat belgelerini talep etmişler.
Ve bekliyorlar…
Mesele önemli, çünkü 15 yıldır devamlı su içinde kalmış bir zemin var!
Hatta temel kolon betonlarına kadar zarar veren bir durum…
Ve artık meselenin ciddiye alınması gerekir!
Deprem bilinen bir gerçekse ve alınması gereken tedbirler de belliyse;
Bizlerin de yaşadığımız evler konusunda bir şeyleri sonraya bırakmak gibi bir gaflette olmamamız mühim…
Ve idarecilerin de, görevlerini hakkıyla yapmaları için haklarımızı bizlerin de bilmesi çok önemli!
Çünkü bu şehirde ve evlerde bizler yaşıyoruz!
Artık bir an önce herkesin;
“Eyleme geçme zamanı olmalı!”
Yorumlar
Kalan Karakter: