Bayram tatili bitti ve bayramı şehir dışında geçiren kesim, yerine yurduna döndü...
Bunların içinde, parasına güvenenler tatil beldelerini tercih ederken, ekonomisine güvenmeyenler ve tatil fikrine bile yabancı kesim ise; köyüne kasabasına gitmeyi tercih etti yakınlarıyla bayramı kutlamak için.
Eh dönüşte de en azından birkaç aylık et, peynir, yağ veya kurubaklagil getiririm düşüncesiyle...
Bir kısım da bizler gibi yakın illerde birkaç gün yakınları veya dostlarıyla hava değişimi almak isteyenlerdi.
Ben de bu kesime dahil olarak birkaç günlüğüne İstanbul’a gidenlerdenim.
İstanbul’un her bayramda olduğu gibi bu bayramda da boşalacağını düşünerek, rahat rahat kalabalıklardan arınarak güzelliklerini yaşayabilmekti hayalim.
Ama maalesef ki hayal olarak kaldı.
Evet gitmesine gitmişti güzel İstanbul’un asli nüfusu!
Amma velakin öylesine çok, gerek Suriyelisi gerek Afganlısı ve Pakistanlısı vardı ki, bir boşluk farketmenin imkanı yoktu.
Ve özellikle Avrupa yakası ismiyle tezat bir şekilde bahsettiğim bu ülkelerden oldukça yoğun göç almıştı.
Avrupa yakası mı, Arap yarımadası mı ayırt etmek oldukça zordu.
Ve bunların geneli eğitim seviyesi ve kültürel, ekonomik anlamda oldukça geri kalmış bir kesimdi.
Hal böyle olunca güvenlik mevzusu da oldukça riskli hale gelmişti diyebilirim.
Orada olduğum süre boyunca konuştuğum herkes tarafından uyarıldım.
“Aman dikkat et!
Çantana, bavuluna...
Kalabalığa girme”diye...
Kaldı ki insan profiline baktığımda tembih etmelerine bile gerek yoktu.
Tamam! Kalabalığıyla ünlü, her kesimden insanların olduğu bu şehirde önceden de dikkatli olmaya çalışırdık hep!
Fakat şimdilerde durum misliyle arttığı gibi dillerinde asla türkçe tek kelime duymadığınız bu insanların tavırları, bakışları ve sanki bizler buraların yabancısıymışız gibi sahiplenici tutumları bile endişelenmenize yetiyor.
...
Bunların yanında turist akınına da değinmek istiyorum.
Evet turist oldukça fazlaydı.
Fakat onlarda da gözlemlediğim; Arap turist dışında neredeyse tek bir Avrupalı turiste rastlamamamdı.
Hele ki önceki yılları düşündüğümde daha da ilginç geldi.
İlgimi çeken diğer mevzular ise;
Evsizlerdeki gözle görülür artıştı. Yine özellikle Avrupa yakasında her köşe başında yatan bir evsizi görmek mümkündü.
Hele ki 3-4 yaşında çocukların bile cddelerde başı boş dolaştığını görmek oldukça moral bozucuydu.
Gelelim tatilde beraber olduğum İstanbul’da yaşayan aile bireyleri ve dost meclislerindeki tespitlerime:
İnanın duyduklarım yukarıda anlattıklarım kadar yürek burkucu ve endişe vericiydi.
Bu insanların hepsi iyi fakültelerde, bölümlerde okumuş kültürel anlamda da belli bir kesime mensuptu.
Kimisi doktor, kimisi mühendis veya öğretmen olanlar vardı.
Ve neredeyse hepsi yurt dışına çıkmak için girişimlere başlamıştı.
Ve aslında bunu dile getirirken bir sevinç ve heves asla yoktu yüzlerinde.
Çünkü ülkelerini çok sevdikleri de her hallerinden belliydi.
Çaresiz bir mecburiyet gibiydi gitme niyetleri...
Belki de dilimize pelesenk olmuş ”İstanbul demek Türkiye demektir” klişe sözünün arkasındaydı tüm bu gidişlerin sebebi...
Onlara sadece şunu sordum:
Peki sizler veya sizin gibi binler, yani bu ülkenin önemli beyinleri giderse ne olur bu ülkenin hali!
Yanıtları benzerdi neredeyse :
“Bizim varlığımız bu gördüğünüz İstanbul’un, doğal olarak toplumun yeni silüetinde, sizce farkediliyor mu?”
...
Evet... İstanbul binlerce yıldır nice medeniyetlerin beşiği olmuş, nice devletlerin hayalini süslemiş muhteşem güzellikleri yanında her daim stratejik öneme sahip bir şehir...
Ve 600 sene kadar bir süredir ki, başımıza taç ettiğimiz bu ulu şehirin atmosferinde bayramı yaşamak her şeye rağmen güzeldi desem de;
Döndüğümde ve gördüklerimi düşündüğümde bayram sevinci kadar ağırlığı da çöktü üzerime desem daha yerinde olur gibi...
Yorumlar
Kalan Karakter: