Depremin haberli geldiğini gören var mı şimdiye kadar!
Tabii ki hayır!
Kimse gününü tespit edemez!
Ama eğer bilimsel veriler uyarıyorsa ve eğer aktif deprem fayları üstünde bir ülke isek;
Bu her zaman teyakkuzda olmamızı gerektirmez mi?
Şehir planlamasından, bina yapım denetimlerine kadar en ufak hatayı bile görmezden gelmek gibi bir lüksümüz olamaz!
Kaldı ki depremle sınandığımız bugünlerde gördük ki;
Bırakın ufak tefek hataları, baştan sona hatalar zinciri yumak yumak olmuştu!
Adam akıllı kolonu olmayan binalar, galeri veya marketler için kesilen kolonlar, daha 6-7 ay önce yapılan enkaz olmuş apartmanlar, camiler, hastaneler, pistler, yollar, terminaller…
Birçoğu kum yığınına döndü!
Kim verdi bu ruhsatları, kontrolörleri kimdi!
1999 yılından beri çıkarılan; halk arasında deprem vergisi denilen, özel iletişim vergisiyle toplanan 38 milyar küsür dolar, bu denetimleri, güçlendirmeleri yapmak ve deprem sırasında kullanmak için değil miydi!
…
Evet! Yaşadığımız bu deprem;
10 ili kapsayan iki kez üst üste çok büyük sarsıntılarla yıkıp geçen bir depremdi.
Ayrıca 13 milyondan fazla vatandaşımızın da yaşadığı bir bölgedeydi!
Bu insanlar, felaketi dibine kadar yaşadılar, yaşıyorlar;
Ve bu insanlar tüm bunları yaşarken, bir taraftan da başlarının çaresine bakmaya çalıştılar, çalışıyorlar!
Deprem bölgelerinde; vatandaşlar kendi bulduğu iş makinalarıyla enkazı kaldırarak yakınlarına ulaşmaya çalışırken;
İnsanlar elleri kanaya kanaya molozları kaldırmaya çabalarken;
Hatay’da, Adıyaman’da yine 15-16 saat gelmeyen yardımlar sebebiyle, enkaz altından çıkarılamayan, donan ve birçok insanın öldüğü haberleriyle de sarsılırken;
Ve üstelik bu illerin vali ve belediye başkanları dahi yardım çağrısında bulunurken;
Birilerinin İskenderun ve Hatay’
İskenderun limanı bunun için kullanılamaz mıydı?
1999 depreminde hücumbotlarla giden TSK kurtarma ekiplerini hatırlayınca hele…
Deprem yaşandığı illerde, pistlerin ciddi hasar gördüğü söylenirken, hava kordonu açılamaz mıydı?
Helikopterler, uçaklar zamanında giderek yardımların vaktinde ulaştırılması organize edilemez miydi?
Sahi her depremde gördüğümüz ve bu konuda gerçekten çok ehil olan madencileri veya silahlı kuvvetlerin arama kurtarma birimlerini çokça veya bazı yerlerde hiç görmememiz normal miydi?
İşlerin sadece AFAD ekiplerine bırakılması ve onların yeterli olacağı mı düşünüldü bu büyük felakette yoksa!
Ve her zaman ilk birkaç saatte Kızılay’ın açtığı sıcak mutfak çadırlarını da göremedik. İnsanlar bırakın bir tas çorba, bir bardak sıcak çay bile içebildi mi!
Su bile bulamaz halde kaldılar uzun saatlerce!
Ve Malatya’dan telefonla konuştuğum bir depremzede şunları söylüyordu:
“Yardım falan yok! Bir bardak çorba için uzun kuyruklar var. Bazen alamadan bitiyor. Çok zor bir haldeyiz ve tek başımızayız.”
Hava şartlarının oldukça kötü olduğu; bu durumda apaçık ortada kalan insanlara, özellikle battaniye ve gıda yardımının saatler boyu ulaştırılamaması normal mi?
Yine hava koşulları sebebiyle bu bölgelere giriş çıkışların zorluğundan bahsedilirken;
Karayolları gerekirse 7/24 çalışarak daha hızlı hareket edemez miydi ve edilemez mi?
Kaldı ki; vatandaşların ve birçok kurum, kuruluşun gönderdiği yardım tırları saatlerdir Konya Karayolunda beklerken, 3.'üncü güne giren bu felakette Karayolları hala neden organize olamıyor!
Malum, insanların canı için zamanla yarıştığı bir felaket…
Ve öyle bir felaket ki, kurtulanlar bir taraftan şükrederken hayatta kalışına;
Diğer taraftan hasar görmüş bazı kamu binalarına veya araçlara; yarı aç yarı tok, soğuktan titrer halde sığınmış durumdalar...
Çoğunluğu gitmek istiyor kabusu yaşadığı bu şehirlerden. En azından bir süreliğine uzaklaşmak!
Fakat onu bile; gerek yolcu taşıma araçlarının yetersizliğinden, gerek karayollarının olumsuz koşulları hala düzeltemediğinden ötürü bu kabusun içinde kalmak zorunda bırakılıyor!
Ve enkazın altında kalanlar gibi onlar da aynı sözleri söylüyor, tedirgin, korkmuş ve mecalsiz fısıltılarıyla:
“Yukarıda kimse yok mu!”
Yorumlar 1
Kalan Karakter: