Çocuk sahibi kadınların kocaları tarafından hayattan koparıldığı haberlerini okurken Sağlık Bakanı’nın anlamsız aile tanımını düşünüyorum.
Demek ki aile olmak için çocuk sahibi olmak her zaman işe yaramıyor.
Çalakalem geliştirilen formüller, kof söylemlerle nüfus artış hızının yükseltilemeyeceğini hükümet edenlerin artık anlaması gerekiyor.
Uluslararası standarda göre nüfus yenilenme düzeyinin diğer deyişle kadın başına düşen çocuk sayısının 2,10 olması gerekiyor ki nüfus aynı düzeyde kalabilsin.
Türkiye’de nüfusun yenilenme düzeyi ilk kez 2016 yılında bu kritik eşiğin altına düşerek 2,08 oldu ve 2024 itibariyle de 1,48’e geriledi.
Hükümet edenler altı yıllık gecikmeyle 2021 yılında bu gerçeği dillendirmeye başladı fakat meselenin “aile kutsaldır” fikri üzerinden yalnızca ahlaki bir düzlemde ele alınması, sosyoekonomik sonuçlarının göz ardı edilmesi durumun ciddiyetini ortaya koymada yeterli olamadı.
Nihayet gelinen nokta, nüfus azalışının gerçek bir beka meselesine dönüşmesi oldu.
Böylesine önemli bir gerçeğin kamuoyu ile paylaşılmasının yolu satır arası mesajlar değil açık ve net konuşmalar olmalıydı.
Nüfus azalışının Anadolu topraklarındaki demografik yapıyı nasıl etkileyeceği, ülkenin ekonomik kalkınmasını nasıl etkileyeceği, toplumun ilerleyen yıllarda hangi ekonomik ve sosyal sorunlarla karşı karşıya kalacağı açıklanmalı, izlenecek politikalar net olarak ortaya konulmalıydı.
Ama o zaman da doğurganlık hızı bu kadar düşerken nüfus artışının Türkiye’ye göç dalgasından kaynaklandığı eleştirileri “haksız itham” olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünecekti ki bu da başka gerçeklerin önünü açacak ve siyasi çözümler gerektirecekti.
“…meliydi”, “…malıydı”, “cekti”, “caktı” ile vakit kaybetme lüksünü çoktan geçip bir eşiğe geldi ülke.
O yüzden geçmişi sorgulamak da anlamsızlaştı.
Türkiye’nin nüfus projeksiyonu gelecek 25 yılda artışın düşük yoğunluklu süreceğini 2050 ortalarında 93,9 milyona ulaştıktan sonra düşüşe geçeceğini gösteriyor.
TÜİK’e göre 2100 yılında Türkiye nüfusu 76,8 milyona gerileyecek.
Bu veri, 2013 yılındaki nüfus düzeyine denk.
Geç kalınmış olmakla birlikte meseleye bakış açısının değiştirilmesine, sonuç vermeyen kutsiyet ve manevi değerler üzerinden değerlendirmelerin, kadını hedef alan açıklamaların yerine bilimsel temelli politikaları koymaya ihtiyaç var.
Çünkü yüksek enflasyon ve düşük gelir sarmalı, hükümet edenlerin seçmen kitlesinde bile “en az 3 çocuk” söylemini sembolik bir slogan olarak kabul etmeye itti.
Ülkede nüfus artışının sağlanabilmesi önce güvene bağlı; gelecek beklentilerini iyileştirecek siyasi ve ekonomik istikrar ve güvene.
Bunu için hükümet edenlerin ekonominin nasıl yeniden rayına oturtulacağına ciddiyetle kafa yorması, gerekli önlemleri alıp uygulamaya koyması zorunlu.
Fikirlerinin geçerliliği tartışıladursun, Nüfus Artış Teorisi’nde kısaca “Nüfus geometrik artarken tarımsal üretim aritmetik dizi şeklinde artar” prensibini ortaya koyan 18. yüzyıl ekonomistlerinden Thomas Malthus’un “cinsiyetler arasındaki tutkunun ekonomik sorunlardan olumsuz etkilendiğine” dair görüşü, ilginçtir ki 300 yıl sonra Türkiye’de hâlâ geçerliliğini koruyor.
Çünkü insanın doğal iki temel ihtiyacı olan beslenme ve üreme konusunda birini diğerine tercih etmek zorunda kalması kaçınılmaz olarak beslenmeyi öne çıkarıyor; hem bireyin kendisini hem de doğacak çocuğu besleme kaygısını.
Burada uzun uzadıya detaylarını vermeye gerek yok. Meraklılarına, Malthus’un “Nüfus İlkesi Üzerine Deneme”sini öneririm.
Kadınların ekonomik güvencelerine dönük son günlerde ortaya atılan “Üçüncü çocuğu doğurana memuriyet hakkı” gibi altı doldurulmamış vaatler yerine, ayağı yere basan çözümler getirilmeli. Çalışan kadınların sorunları ciddiyetle ele alınmadığı ve gerçekçi projeler üretilemediği, çalışsa bile ekonomik olarak ay sonunu getirmeyi başaramadığı için “Neden doğurayım?” diyor kadın.
Atanamayan kadın öğretmenler ağlıyor her akşam ekranlarda, “Çocuğumu bırakıp sınava çalıştım aylarca,” diye. Siz o öğretmen adayından ne sınavda başarı ne de çocuğuna iyi bir bakım bekleyebilirsiniz bu durumda.
Geleceğe güven inşa etmenin bir diğer önemli ayağı, hukukun üstün kılınmasının önündeki engellere, keyfi uygulamalara son verilmesi.
Daha dün 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı geride bıraktık.
Gençler tutuklu, işsizlik kıskacında, gelecekten umutsuz, okusalar bile diplomalarının geçerli olup olmayacağından endişeliler çünkü her gün kendilerine ders anlatan profesörün bile diploması bir anda geçersiz oldu.
Diğer taraftan ailenin ve aile içi rollerin yeni bir tanıma ihtiyacı var. Çocuk yetiştirmeyi yalnız kadının omuzlarına yüklenmiş bir sorumluluk olmaktan çıkaracak bir zihniyet değişimi gerekiyor.
Kabul edelim, gece çocuk ağladığında “Kalk da sustur şu çocuğu, sabah işe gideceğim” deme kabalığını gösteren erkek sayısı hâlâ azımsanmayacak düzeyde. Üstelik en eğitimli erkek bile çocuk yetiştirmeyi kadının görevi olarak görüyor, sorumluluk paylaşımından kaçınmayı tercih ediyor.
Bu kadar yalnızlaştırılan kadın “Neden doğurayım?” diye soruyor haklı olarak.
Yine TÜİK’in, “Mutluluk Kaynağı 2024” istatistiklerine göre eşini mutluluk kaynağı olarak görenlerin oranı 2004’te yüzde 8,2 iken 2024’te yüzde 3,4’e gerilemiş.
Ekonomik ve sosyal sorunlarla mutsuz evlilikler ülkesine döndü Türkiye.
Bir diğer önemli nokta da kadın sağlığı ve kadının yaşatılması!
Rahim ağzı kanserine karşı önleyici bir tedavi olan HPV aşısının ücretsiz uygulanmasının tüm kadın nüfusa uygulanması gerekiyor. Mevcut durumda yalnızca 9-26 yaş aralığındaki sosyoekonomik yoksunluk çeken bireylere ücretsiz aşılama yapılıyor.
Çocuk doğurmak istemeyen kadınlara baskı yapmaktan vazgeçip gerçekten çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar için kolaylıklar getirilmesi ise bir diğer önemli konu başlığı.
Mesela 40 yaş üstü kadınlar çok isteseler de devletten tüp bebek desteği alamıyor.
Sağlık Uygulama Tebliği, 40 yaşın altında, evli kadınların tüp bebek harcamalarının yalnızca bir kısmını karşılıyor.
Bu durumda sormadan edemiyor insan:
Nüfus artışı beka meselesi ise “Ah bir çocuğum olsa!” diye yana yakıla evlat hasreti çeken kadınlara neden çok görülüyor ücretsiz tüp bebek tedavisi?
Kısacası, ekonomik sorunlar çözülmedikçe, sağlık uygulamaları tüm yurttaşları kapsamadıkça, çocukların ve gençlerin güvenliği sağlanmadıkça, kadınlar öldürülmeye devam edildikçe ve gelecek umudu kaybedildikçe nüfus gerilemesi hız kesmeyecek.
Ne dersiniz, Malthus haklı mı yoksa?
Yorumlar
Kalan Karakter: