Askıda ekmek…
Askıda yemek…
Askıda fatura…
Askıda bilet (otobüs)…
Derken iş askıda buğdaya kadar geldi.
Hükümet eden ittifakın ortağı, dar gelirli ve emekliye destek olarak toplumsal dayanışmayı güçlendirmek üzere çiftçilere “Askıda 9 Gülek Buğday Projesi” ile çağrıda bulundu. Üretim maliyetleri ile baş etmeye çalışan çiftçileri ise Tarım Bakanlığının insafına emanet etti.
Projede geçen “gülek” kelimesinin gülmekle ilgisi yok.
Cumhuriyet devrimlerinden biri olan ve 26 Mart 1931’de TBMM’de kabul edilip 4 Nisan 1931’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 1782 sayılı Ölçüler Kanunu ile ölçü birimlerinde standart sağlanmasından önce kullanılan yerel bir ölçü birimi.
Gülek, ölçü birimi olarak '1 kova' ya da '1 teneke' anlamına geliyor.
Uygulanır mı kendisi de mağdur durumda olan çiftçiden olumlu yanıt alır mı bilinmez ama dar gelirlinin “askıda buğday”a kadar getirilmiş olması can yakıcı.
İş “askıda hayat”a doğru gidiyor.
Bunu 6 Şubat Kahramanmaraş Depremi sonrasında maalesef deneyimledi bu ülke.
Evsiz yurtsuz kalan yurttaşlara başka illerden kapılarını açtı yurttaşlar.
Yeniden yaşama tutunmalarına bir ölçüde de olsa el verdiler bir süreliğine.
Bu, gerçek anlamda bir 'askıda hayat'tı.
İletişim Başkanlığının açıkladığı verilere göre bugün afet bölgelerindeki konteyner kentlerde 651 bin 958 yurttaş hâlâ 'askıda' ve onun ötesinde 'askıya alınmış hayat'a tutunmaya çalışıyor.
Nüfusun geri kalanının durumu değerlendirildiğinde depremzedelerin karşı karşıya kaldığı sıkıntılarla kıyaslanması mümkün olmamakla birlikte, yüzde 20’lik yüksek gelir grubu dışındaki geniş halk kitlesi de ekonomik nedenlerle 'askıya alınmış hayat' yaşıyor.
Yaşamak, adına ömür edilen kısacık yaşam yolunu neden yürüdüğünü bilerek ve sürekli gelişerek ilerlemekse temel fizyolojik ihtiyaçların yanı sıra manevi ihtiyaçların da önemli olduğunu unutmamak gerek.
İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi, nitelikli bir yaşam yaratacak estetik bakış açısı geliştirebilmesi; kültürel, sanatsal ve sosyal ihtiyaçlarını sorunsuzca karşılamasına bağlı.
Amerikalı psikolog Abraham Maslow’un 'İhtiyaçlar Hiyerarşisi'nde de sosyal ve manevi ihtiyaçlar piramidin tepesinde yer alıyor.
Hayatın önemli bölümüne hükmeden temel fizyolojik ihtiyaçlar olsa da onlar giderildiğinde sıra sosyal ve manevi ihtiyaçlara geliyor ki keyifle yaşamanın ve erdemli insan olmanın gerekleri de o noktada başlıyor.
Ama işte askıya alınmış hayatta yurttaşın ihtiyaç hiyerarşisi fizyolojik olanlardan öteye gidemiyor.
Tıpkı, Nazım Hikmet’in ölümü anlatan rubaisinin son dizesinde dediği gibi:
“görmeyen, konuşmayan, düşünmeyen hayat...” (Rubailer,1. Bölüm, 8)
Gülekle, kileyle bakliyat; kıyye ile süt, et, peynir almak hayal olurken hayal kurmak, umut etmek, mutlu olmak ise dirhemle, miskalle ölçülebilen kavramlara dönüşmüş durumda.
Askıya alınmış hayatta gelecek planı kurmaya yer yok; sanata, kültüre, seyahate, tatile ayıracak kaynak yok.
Tamam, kabul; pek okuyan, araştıran, sorgulayan, filtre zevkler geliştirmeye çalışan bir toplumdan söz etmiyoruz ama en azından ekonomik gücü ölçüsünde şartlarını zorlayarak buna çabalayan geniş bir kesim vardı birkaç yıl öncesine kadar.
Oysa bugün…
Varsa yoksa günü kurtarma kaygısı.
Akşam sofrasına koyacak aşı olanın, çocuğunu okula boğazından bir lokma geçmiş olarak gönderebilenin, hekime ve ilaca erişebilenin, evinin kirasını ödeyebilenin kendini şanslı saydığı, karın tokluğuna bir hayat yaşayan yurttaşın derdine çare diye sunulan ise yine meşhur “imece” usulü:
“Çiftçinin sorunlarına Tarım Bakanı baksın. Halkın sorununu da bir zahmet 9 kova buğdayla çiftçi çözsün.”
Yorumlar
Kalan Karakter: