Türkiye’de ödeme araçlarına kredi kartının dâhil edilmesi kabaca 60 yıllık geçmişe dayanıyor.
Dünyada ilk kez 1854 yılında ABD’de çıkarılan ön ödemeli ilk kredi kartından 100 yıl sonra harcamanın gerçekleşmesini ileri bir tarihe erteleyen günümüzde bilinen ödeme yönteminin çıktı.
Kartın doğuşuna dair farklı rivayetler bulunmakla birlikte restoranda yenilen bir yemek sonrası cüzdanı yanında olmayan mağdur müşterinin (Frank McNamara-İş adamı) zekice çare üretmesi olarak özetlenebilecek süreç, 1950’de Diners Club International şirketinin kuruluşuyla tamamlanıyor. Hikâyesi böyle.
Peki, sonra ne oldu?
Diners Club, neredeyse her yıl bir ülke ile pazarını genişletti. 1968’de İsrail ve Türkiye pazarına girdi.
Koç Grubu’na bağlı Setur A.Ş. ile anlaşan şirketin kredi kartı Türkiye ödeme araçları tarihinde ilk kredi kartı olarak yerini aldı.
Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Amerikalı ve Avrupalı uluslararası kart şirketleri Türkiye’deki pazara dâhil oldu.
Şirketlerin akınına karşın 30 yıl boyunca bankacılık sektörünün yapısı ve ekonomik konjonktürün etkisiyle kullanıcı sayısı sınırlı kaldı.
O dönemde kredi kartı sahipliği tıpkı çek karnesi taşımak gibi prestij meselesiydi; yüksek gelir grubuna dâhil olmayı ifade ediyordu.
1990’da Türkiye nüfusu 56 milyonu henüz aşmışken kredi kartı kullanıcı sayısı TC Merkez Bankası Kütüphanesi arşivine göre 556 bin düzeyindeydi.
Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) 1990’da kurulmasıyla sektör hızlanmasına karşın bankalar 90’lı yıllarda aylık geliri belirli bir tutarın üzerinde olmayanlara kredi kartı vermiyordu.
90’ların sonuna doğru alışverişlerde senet ve veresiye yerini kredi kartına bırakmaya başladı. Öyle ki 2000 yılında Türkiye’nin nüfusu 65,43 milyon iken kredi kartı adedi 13,4 milyona çıktı.
2001 krizinden sonra bankalar satış ve pazarlama departmanlarındaki neredeyse tüm elemanlarını sahaya sürerek kart satmaya, müşteri toplamaya başladı.
Bir zamanlar peşlerinden koşulan bankacılar kapıdan kovulduklarında bacadan girerek potansiyel kart müşterilerini ikna etmeye çalıştı.
Bu azimli çabanın sonunda kredi kartı sayısı 21. yüzyılın ilk on yıllık diliminde yüzde 200’ün üzerinde artışla 2012’de 54,3 milyon adede ulaştı.
2012’de Türkiye nüfusunun 75,18 milyon olduğu düşünülürse her üç kişiden ikisinin kredi kartı kullandığı görülebilir.
Günümüzde ise ne kefile gerek var ne gelir şartına. Hatta yalnız kredi kartı değil farklı isimlerdeki banka kredilerinden yararlanabilmek için tek ihtiyaç duyulan şey bir telefon ve ona bağlı internet.
Bir tuşa basıyorsunuz ve anında krediniz hesabınıza yatıyor.
2025’in ilk 2 ayı itibariyle Türkiye nüfusu 85,66 milyon iken, kredi kartı sayısı toplam 131,2 milyon adede ulaştı. Kişi başına düşen kart sayısı 1,3’e çıktı.
Böylelikle Türkiye Şubat 2025’te açıklanan Worlpay’in araştırmasına göre yüzde 42 ile Avrupa’nın alışverişte en çok kredi kartı kullanan ülkesi ünvanını aldı.
İşin kart sahipliği kısmı bu denli kolaylaşırken asıl devrim internet üzerinden alışverişle yaşandı.
Pandemi bu işleyişe ivme kazandırdı. Oturduğu yerden tuşlara basarak her türlü ihtiyacın kapıya gelmesi bireyleri tembelliğe sürükleyerek tüketim alışkanlıklarını değiştirdi.
BKM verilerine göre bu yılın ilk 2 ayında internet üzerinden yerli kartlarla yurtiçi ve yurtdışı toplam 489,9 milyon adet işlem yapılırken bu kartlara ait harcama tutarı 927,5 milyon lira oldu.
Bir zamanlar itibar amaçlı kullanılan kredi kartları bugün sabit ve dar gelirlinin en önemli finans kaynağı.
Artık mali gücü yerinde olanlar nakit kullanırken sabit ve dar gelirli kredi kartı borcunu bile başka bir kredi kartı ile kapatmak zorunda kalıyor.
Üstelik nakit çekimleri hesaba dâhil bile etmeden karşılaştığımız gerçeklik bu:
Geleceğe borçlanmak.
Diğer taraftan bireyin cebinden nakit çıkmadan yaptığı harcamalar gerçek harcama gibi algılanmadığı ve kapitalizmin tüketim tuzağı ısrarla “Al” dediği için hem kredi kartıyla hem de internetten alışveriş çığ gibi büyüyor.
Kapitalist düzen, sürekli yeni ihtiyaçlar doğurmak üzerine kuruludur. Üretimle yeni ihtiyaç yaratır ve birey o güne kadar farkında olmadığı bir ihtiyacını karşılamanın sancısıyla kıvranır durur.
Saksıda çiçek yetiştirmek istersiniz; size saksıyla birlikte onu üzerine koyacağınız sehpayı, çiçek büyüdükçe yere düşmesini önleyecek çubukları, dalları bir arada tutacak klipsleri, budama makasını, özel gübreli toprağını, eldivenini, sulama kabını, vitaminini, gelecekte ortaya çıkabilecek böceklenmeye karşı ilacını, o ilacın konulacağı sprey şişesini satar.
Alışveriş bittiğinde o meşhur soruyu sorar insan kendine: Bunlara gerçekten ihtiyacım var mıydı?
Fransız düşünür Diderot’nun “Eski Sabahlığımı Bırakırken Duyulan Pişmanlıklar” adlı denemesinde anlattığı gibi:
Kendisine hediye edilen kırmızı bir sabahlıktan sonra gereksiz alışverişlerle tüm parasını tüketir. Düştüğü tuzağa öfkesini anlatırken “Sıradan bir malzemeye kırmızıya boyayarak fiyat koyma sanatını icat edenlere” diyerek beddua eder.
Kredi kartı pazarlaması da böyle bir tuzak ama Türkiye gibi gelir dağılımında adaletsizliğin yaşandığı ve satınalma gücünün düşük olduğu ülkelerde aynı zamanda kurtuluş reçetesi.
2 Nisan günü kim ne kadar alışveriş yaptı tartışmasından sonra insan hâliyle düşünüyor bunları: “Ne zamandır kredi kartı kullanıyoruz? Neyi nasıl tüketiyoruz? Tüketiyor muyuz tükeniyor muyuz?” diye.
Yorumlar
Kalan Karakter: