Tam iki yıl önceydi. Bahar geldi mi ıhlamur kokusu kaplayan caddemizi alt yola bağlayan sokağın köşesindeki iki site dönüşüme girdi.
Önlerinden her geçişimde 70’li yıllara rastlayan çocukluğumu hatırlatıp tuhaf yürek sızıları yaşatırdı bu yapılar.
Hani şu, bahçesi ağaçlarla çevrili, az katlı, ilk katının balkonu bahçe zemininden bir bilemediniz bir buçuk metre yüksekte, apartman girişinde geniş beton tırabzanlı birkaç basamaklı merdiveni olan binalarındandı ikisi de.
Yine böyle bir ağustos günü iş makineleri geldi ve yıkım başladı.
Güzelim ağaçları kepçelerle kıra kıra devirdiler iki arsada da.
Ihlamurlar, yedi katlı apartman boyundaki çamlar gitti. Sadece bir iki ağaç bıraktılar.
Belediyeyi aradım, ağaçların kesilmesine engel olmalarını rica ettim. “Özel mülk olduğu için bir şey yapamayız” dediler.
Gecenin bir vakti muhtarımıza mesaj yazdım. Sağ olsun, çok ilgilendi.
İnşaat şirketinin yetkilileri ile hemen irtibata geçmiş, beş on dakika sonra yanıt geldi:
“Maalesef kesilen ağaçlar olacak ama daha fazlasını ekeceğiz site içerisinde.”
Derken muhtarlığın sosyal medya sayfasında, toza boğulduk, diye tartışma başladı. Hiç âdetim olmadığı hâlde ben de özellikle ağaçlar için bir iki cümle yazdım.
Soldaki büyük sitenin mülk sahiplerinden biri yanıt verdi. Yıllardır deprem güvenliği olmayan bu yapıların yıkılmasının gerekliliğinden söz etmişti.
Kendince haklıydı, onun yerinde olsam ben de yıkılıp yeniden yapılmasını isterdim. Öyle de yazdım ve bütün derdimin ağaçlar olduğunu belirttim.
Mülk sahibinden gelen yanıt diğer inşaatın yetkilisi ile aynı oldu. Müteahhit firma kesilen her ağaca karşılık yenisini dikmeyi taahhüt etmiş kendilerine.
Artık dayanamadım ve “…kesilenin yerine dikilenlerin büyüdüğünü görmeye ömür yeter mi belli değil…”dedim mesajımın bir bölümünde. Tartışmanın geri kalanına katılmadım.
Şimdiyse ise kaldırımda olduğu için kesilmekten kurtulan ağaçlara bakıp “İyi ki şantiyenin dışındasınız,” diyorum.
Akbelen’de yaşananlar gündeme geldiğinden beri yeniden aklıma düştü bu tatsız mesele.
Son dört yıldır kaygıyla takip ettiğimiz Akbelen’e ilişkin “Daha ne kadar ileri gidebilirler ki?” diye düşünürken 30 Haziran 2023 tarihli Hürriyet gazetesinin arka kapağında gördüğüm ilanla sarsıldım.
“Söyleyecek sözümüz var. Bu sese kulak verin!” başlıklı ilanda, YK Enerji çalışanı madenciler kamuoyuna sesleniyordu.
Evlerine ekmek götürmek için otuz beş yıldır gece gündüz demeden çalıştıklarını ve ülkenin enerjisine enerji kattıklarını anlatmışlardı.
Maden sahalarını rehabilite ederek yeniden ormana ve zeytinliğe dönüştürdüklerini, üç milyondan fazla fidanı toprakla buluşturduklarını da.
Alttaki fotoğraf en az ilan metni kadar dikkat çekiciydi. Dev bir Türk bayrağı taşıyan madenciler ve en önde çocukları.
Çocuklardan birinin elindeki dövizde “Babam işsiz kalmasın” yazıyor.
Benzer bir yaklaşıma Sabah gazetesinin 2 Ağustos 2023 tarihli sayısındaki “BM raporu Türkiye’nin orman gerçeğini ortaya çıkardı!” başlıklı haberde de rastladım:
“…Santrallerde toplamda 3 bin 100 vatandaş çalışıyor. Çalışanların yüzde 75’ini bölge halkı oluşturuyor. Yerli linyit kaynağı sayesinde sadece 2022’de 1,3 milyar metreküp doğalgaz ithalatının önüne geçilirken, cari açığın kapatılmasına da 1 milyar dolar katkı sağlıyor…”
Akbelen’de kolluk gücüyle biber gazı sıktıran YK Enerji, bu kez basın yoluyla emekçinin alın terini püskürtmeyi deniyor halkın yüreğine.
Hepimizin kırmızı çizgisi, en hassas yanımız, önünde saygı ve minnetle eğildiğimiz madencilerimizle.
Önce üretici köylüyü toprağından edip madene mecbur bırakmak sonra da onların emeği üzerinden halkı vicdanıyla sınamak olacak iş değil!
İnsanları sürekli ikilemde bırakan, bir şeylere mecbur eden, merhametinden vuran eylemler, uygulamalar…
“Ya depreme dayanıksız evde oturacaksın ya da ağacını kesip sana hem ev hem de azıcık yeşil alan vereceğiz!”
“Ya kardeşin madenci Mehmet işsiz kalacak ya da sen köyünden, toprağından, zeytinliklerden, ormandan olacaksın!”
Yeterince zor zamanlardan geçiyoruz zaten. Daha yakın zamanda sel, yangın, deprem gördük. Hep birlikte yaşadık bu acıları. Mülksüzleştirmeye, açgözlülüğe, hırsa daha ne kadar dayanabilir bu halk?
Enerji gibi stratejik bir alanın özelleştirmeyle sermayedarın insafına bırakılmasının ağır sonuçlarından biridir Akbelen.
Bu nedenledir ki dün mahalledeki ıhlamur ağacının, bugün Akbelen’deki zeytinliklerin başına gelenlerin yarın başka yerlerde yaşanmayacağının garantisi yok.
Yorumlar 2
Kalan Karakter: