Bir kelime ya da cümle çok tekrar edildiğinde anlamını, önemini yitiriyor.
“Unutmadık, unutturmayacağız!” cümlesi gibi. 1999 Marmara depreminde olduğu gibi.
Yirmi dört yıl boyunca unutturmayacağız deyip durduk. Sonra ne oldu? 6 Şubat sabahı unuttuğumuzu anladık.
Öyle görünüyor ki on bir ili etkileyen Kahramanmaraş depremini de unutmaya, unutturmaya meyilliyiz. Çünkü odak noktamız değişmedi. Deprem olmadan ödevleri yerine getirmek hâlâ birinci önceliğimiz değil.
Oysa mesele afet sonrasında hem vicdan hem de vergi yükümüzü hafifletecek yardım gösterileriyle çözülemeyecek kadar hayati. Yaşamak ise anayasal hakkımız.
Bilgi edinmek de öyle. Hemen düşünelim, 6 Şubat’tan bugüne kadar neyi net olarak öğrenebildik? Kaç canımızı kaybettik, onu bile net bilmiyoruz. Resmi verilerle yetindik. “Öğrenip de ne yapağız?” diye geçirdiyseniz aklınızdan hemen yanıtlayayım: Güveneceğiz.
Gerçeği bilirsek karar vericilere, devlet mekanizmasına, anayasal hakların korunduğuna güveneceğiz.
Çünkü “sadık yar” toprak ayağınızın altında sarsılmaya başladığında güveniniz de sarsılır. Güvenin yitirilmesi bir damla zehrin bütün nehri şüpheli kılması gibidir ve beraberinde çok soru getirir:
Deprem bölgesinden gelen haberler gerçeğin ne kadarını yansıtıyor?
Depremzedenin yaşam koşullarını ülkenin geri kalanı ne ölçüde biliyor?
Yıllar önce unutulan fakat Suriyeli göçmenlerle birlikte yeniden ortaya çıkan kızamık, şark çıbanı, kolera, sıtma gibi salgın hastalıklar açısından bölgenin durumu nedir, alınan önlemler yeterli midir?
Bunlar sorulardan sadece birkaçı ve neyse ki Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği’nin salgın konusuna ilişkin araştırma çalışmaları yaptığını biliyoruz da kaygımız biraz olsun azalıyor bölgedeki yurttaşlar adına.
Ama genel olarak soruların yanıtları, ilgili haberleri hangi kaynaktan takip ettiğinize göre değişiyor. Hâliyle bakış açısının değişip değişmeyeceği hakkında da fikir veriyor.
Örneğin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki geçen hafta “Kahramanmaraş’ta yeni konutlar dört katı geçmeyecek” dedi.
Bakan’ın açıklaması, afetin yaşandığı kentlerde aynı hataların tekrarlanmayacağı umudu veriyor şimdilik.
Ya diğerleri? Fay hatları üzerindeki yirmi dört il ve ilçeler için ne düşünülüyor. Yeni yapılarda 6 Şubat’tan çıkarılmış bir dersle aynı hassasiyet gösteriliyor mu?
Rahatlıkla “hayır” yanıtı verilebilir. Özel sektör “dönüşüm” adı altında, koyu renkli gökdelenler dikip şehirleri ruhsuz bir karanlığa boğmayı iştahla sürdürüyor.
Ülke genelinde kamu eliyle üretilen konutlar da özel sektörün projelerinden farksız. Proje uygulanan iller ve ilçelerde on katın altında toplu konut yok neredeyse.
Kat yüksekliğinin iyi mühendislikle risk olmaktan çıktığını bilmeyen yok ama bilmekle uygulamak bir değil.
Yeni yerleşim yerlerinin belirlenmesi temel öncelik olmalı.
Eski Bakan Murat Kurum, 24 Şubat’ta depremzedelerin yeni konutlarının fay hattından altı yüz metre uzağa konuşlanacağını açıklamıştı. Yeni Bakan Özhaseki ise geçen hafta tampon bölgenin altmış metre olacağını söyledi.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası üyelerinden Ramazan Demirtaş’ın Kaliforniya’daki diri faylar üzerinde tampon bölge oluşturulması örneğini ele aldığı makalesine göre mesafe, fayın büyüklüğü veya küçüklüğüne uygun olarak altmış ile yüz elli metre arasında değişiyor.
Kalıcı konutların faya mesafesi hangi bilimsel gerekçeyle kısaltıldı kestirmek güç ancak olumsuz bir öngörü yaratıyor ister istemez.
Özhaseki geçen haziranda A Haber’de katıldığı programda fay hatlarının geçtiği yerlerde ve dere yataklarında yapılaşmaya izin vermemeyi ve mevzuatı tavizsiz uygulamayı kırmızı çizgi saydığını açıklamıştı.
İlginç olan Bakan’ın bu sözlerinin karşısında, görüşülmeye bile gerek duyulmamış bir yasa teklifinin sorumluluğu duruyor.
CHP Adana Milletvekili, Deprem Araştırma Komisyonu Üyesi ve Jeoloji Yüksek Mühendisi Dr. Müzeyyen Şevkin’in üç yıl önce Meclis’e sunduğu fakat AK Parti ve MHP oylarıyla görüşülme talebi reddedilen yasa teklifi, fay üzerinde yapı yapılmasına, sınırlama getirilmesini öngörüyordu oysaki.
6785 sayılı İmar Kanunu’nun, imar planlarının değişmezliği ilkesini benimsemesine rağmen kamu yararı göz ardı edilerek yapılan plan tadilleri düşünüldüğünde fay yasasının önemi ve gerekliliği ortaya çıkıyor.
Yurttaşlar olarak bu yasanın çıkarılmasını talep etmek hem Marmara ve Kahramanmaraş başta olmak üzere depremlerde yitirilenlere karşı borç hem de Anayasal haktır.
Yorumlar
Kalan Karakter: