Hayvanlar söz konusu olduğunda konuşmamız gereken konu şu ki; hayvan sağlığını insan sağlığından ayırmamız mümkün değil.
Ülkemizdeki algı ise ‘hayvan sağlığı, insan sağlığını etkilediği için önemlidir’ şeklinde.
Hayvanların da birer ‘canlı’ olduğunu her seferinde söyleme gerekliliği bile utancımız haline geldi. Onlar da bizler gibi sağlık hizmetlerini hak ediyor. İnsanlarda olduğu gibi onların da ağrısı, sancısı, kalp hastalıkları, şekeri, kanseri var.
Biz ülke olarak hayvan sağlığını, insan sağlığından bağımsız olarak önemsediğimizde bazı şeyler değişebilir.
“İnsan yaratılmışların en üstünüdür diye bir şey yok. Gördük işte yaratılanların en üstününü. Şu dünyaya, birbirine, daha güçsüz olana neler yaptığını gördük. Yani çocuğa, hayvana tecavüz eden bir canlı nasıl en üstün olabilir?” diyen Bursa Veteriner Hekimleri Odası Başkanı Melike Baysal artık çevreyi çevreye, hayvanı hayvana bırakıp haddimizi bilmemiz gerektiğinin altını çiziyor.
Her şeyin sahibi gibi davranan insanoğlu, doğaya verdiği zarar kadar geri dönüşünü doğadan alıyor bir şekilde. Sonuç itibariyle kendimize zarar veriyoruz. Misal, bir yarasa çorbasının bütün dünyaya neye mal olduğunu gördük…
Biz onlarla aynı ortamı paylaşmıyormuşçasına yaşıyoruz. Ve şehir planlamaları yaparken doğayla beraber tüm canlıları da adeta yok sayıyoruz.
Biliyorsunuz ki sokak hayvanları konusunda insanlar ikiye ayrılmış durumda.
Saldırganlıkları yüzünden çokça şikâyet dile getiriliyor. Tatsız olaylar da yaşanmıyor değil. Sebebinin açlık olduğu düşünülse de Baysal durumu şöyle açıklıyor;
“Mesele aslında açlık da değil. Sayıları artınca çeteleşiyorlar. Onlar iç güdüleriyle yaşayan canlılar. Bunları böyle açıklayınca da bu saldırıları normalleştiriyormuş gibi geliyor. Halbuki bir durum saptaması yapıyoruz. Diyoruz ki, bakın sebebi bu; buna çözüm üretilmeli. Çözümünü de söylüyoruz. Bu sadece belediyelerle olacak iş değil. Devlet üstünden yükü atmak için belediyelere verdi bunu 2004 yılında. Belediyelerde eğer sosyal demokrat belediyecilik anlayışı hakimse diğer canlıların yaşam hakkına saygı duyuyor. Görevini yerine getiriyor. İşte bakımevi, barınak yapıyor. Ama hayvan varlığına saygılı değilse, onları ortadan kaldırmak isteyen, insanın ihtiyacı kadar olanını yanında tutmakla ilgili bir düşüncesi varsa, bu görevi yerine getirmiyor. Bursa’da neredeyse yüzde 98’i denetlenmiyor. Diyelim siz kendi mahallenizdeki şikâyet ediyorsunuz. Topluyor oradan, başka mahalleye bırakıyor. Oradan şikâyet ediliyor, tekrar toplayıp kırsalda bir yere bırakıyor.”
Buradan da şu sonuç çıkıyor;
Hayvanları kırsala bırakmak bir çözüm değil. Baysal’ın ifade ettiği gibi kuduz, en çok yaban hayatında yaygın. Biliyorsunuz şu sıralar kuduz aşısı yokluğu gündemde.
Yaban hayatı kaynaklı ve riskli temaslı ölçülebilir bir şey olmadığı için net ifade edilemeyebiliyor. Dolayısıyla ısırıldığınız bir köpeğin daha önce başka bir canlı tarafından ısırılıp ısırılmadığını bilemezsiniz. Geriye dönük çalışma olamıyor.
Yani bir köpeği yaban hayatına bıraktığınızda doğal olarak kuduzu da şehre taşımış oluyorsunuz.
Nasıl mı? Oraya bıraktığınız köpekler başka bir hayvan tarafından ısırılacak. Yiyecek bulamayan köpek en yakın köye inecek. Köyde bir ineği ısıracak. Zincir böylelikle bize ulaşacak. Bunun şehir efsanesi olmadığını söyleyen Baysal, kuduz virüsü ile ilgili detayları şöyle ifade ediyor;
“Genelde ısırma yoluyla bulaşır. Bazı virüsler ya da bakteriler, insan ve hayvan vücudunda zaten vardır. Sadece yapısı itibariyle hastalık yapıcı halde değildir. Bağışıklık sistemi düştüğünde ortaya çıkar. Korona virüs de öyle. Virüsü alabilirsiniz, hastalık yapıcı etkisi sonra ortaya çıkar ama kuduz öyle değil. Mutlaka aktif halde kuduz virüsünü taşıyan bir canlı tarafından ısırma ya da salyanın açık yaraya bulaşması gerekiyor kana karışması için.”
Eskiden yaygın olan bu hastalık bir biçimde durdurulmuştu. Aşısını üretiyorduk. Yaban hayatı havadan tabletlerle aşılanıyordu.
Şimdi 21’inci yüzyılda yeniden ortaya çıktı ve ithal ettiğimiz aşılarda da yokluk var…
***
Mesela çevre planlarında insanların izin verdiği ölçüde hayvanlar yaşıyor dediğimizde, “Keşke öyle olsa. Hayvanların yaşamasıyla ilgili çevre planlarında hiçbir konu yok. Hayvancılığın, hayvanların yaşayacağı alanların, yaban hayatının korunmadığı, gözetilmediği bir kentin sağlıklı olması, sürdürülebilir bir hayvancılık politikasının ya da hayvansal gıda politikasının olmaması; aynı zamanda da sağlık politikasının olmaması demektir” diyor Baysal.
Aslında temel sorun dengenin bozulması. Veteriner Hekimleri Odası, istenilen her yere maden ocağı, yol açılması, köprü yapılmasıyla da mücadele ediyor.
İnsanların gözüne kestirdiği her yere, mesela bir ormanın içinde maden açması, ormanı parçalayarak yüzlerce ağacı kesmesi halinde, başka yere binlerce ağaç dikmenin hiçbir önemi kalmıyor.
Çünkü o kesilen ağaçların olduğu yerde bir ekosistem vardı. Oradaki ağaçlar kesilerek canlı yaşamı, iklimi bozuldu bir kere. Orada yaşayan hayvanlar başka yere göç etmek zorunda kaldılar. Ve orada var olan hastalıkları belki de başka bir yere taşıdılar.
Alın size yeni bir pandemi!
Kent sorunları her akademik odanın sorunu çünkü kamusal bir görev söz konusu. Yaşadığımız kentte her anlamda yanlış olduğu düşünülen, insanın zararına olan her şeye odalar kaşı çıkmakla ve doğru olanı ortaya koymakla yükümlü.
Veteriner Hekimler Odası da sadece insanın değil hayvanın zararına olan konular hakkında da söz söylemek zorunda.
Tabii odanın daha birçok sıkıntısı var. Bunların başında, bir başka yazıda dile getireceğim ‘eğitim’ geliyor…
Yorumlar
Kalan Karakter: