“Beklenen gün geldi. Bekliyoruz.” notuyla gelen davetiyede “Bazen taş duvarlara sinmiş sesleri merak edersin. Bazen çatılar neler örtüyor dersin. Her evin bir hikâyesi var. Ne Güzel Ev’in de öyle. Ve hikâye ara verdiği yerden devam ediyor.” yazıyordu.
Gazeteci arkadaşım Güzin Abraş ile uzun zamandır görüşmemiştik. Böyle bir proje üzerinde çalıştığından haberim yoktu. Bu yüzden gönderdiği davetiyedeki ev silüetini görünce nedendir bilmem bir müze ile karşılaşacağımı düşünerek çıktım yola.
Gümüşçeken’den aşağı inip Cumhuriyet Caddesi’ni geçtim, Abdal Caddesi boyunca yürüdüm. Birinci Abdal Çıkmazı’na yaklaşırken müziğin sesini duydum. Bir kutlamayı anlatan ses, beni aradığım adrese götürdü.
Orijinalliğini korumuş iki kanatlı büyük kapıdan girdim. Açılış töreni bitmiş kokteyl faslına geçilmişti. Taş duvarlı avluda konuklar neşe içinde sohbete dalmıştı. Giriş kapısına bakan müştemilat ve sol tarafta yükselen iki katlı ana yapının ahşap kısımları dışındaki beyaz boyası ile aydınlanan avlu kırk derece sıcağa rağmen ferahtı.
Heyecanla soldaki camekânlı kapıdan geçtim. Kapının karşısındaki duvara yerleştirilen, evin kullanılamayacak durumdaki taşıyıcılarıyla çerçevelendirilmiş ayna ile alt sofa hayli aydınlıktı.
Tavandan sarkan kristal avize ve genel olarak evin tamamındaki aydınlatmalarda tercih edilen modernlik, yapının Doğu ile Batı’yı birleştiren mimari anlayışını da özetlemişti. Girişin sağında yerdeki sandık, yaslandığı duvarda asılı evin tarihçesi, restorasyon bilgileri ve Çanakkale gazisi Hacı Dede’nin savaş notlarının anlatıldığı çerçeveler ve aile fotoğraflarından önce evin hikâyesini fısıldar gibiydi.
Sol tarafta bir oda ve yanında yukarı sofaya çıkan merdivenler. Oda masalar ve sandalyelerle etkinlikler için kullanıma hazır duruma getirilmiş.
Tarihçeyi okuduktan sonra arkamdaki ahşap dik merdivenlerden üst kattaki sofaya çıktım. Sofanın avluya bakan sağ tarafındaki pencere önüne masalar ve sandalyeler U şeklinde yerleştirilerek geniş katılımlı toplantılar için uygun bir ortam yaratılmış. Solundaki duvar dibinde ahşap ayaklı bakır tepsiden antika bir sehpayı üç etrafından sarmış modern bir kanepe ve iki koltuk ile sohbet köşesi oluşturulmuş.
Avluya bakan pencerelerin sol tarafındaki kapıyla bir odaya daha geçiliyor. Burası da servis odası olarak planlanmış.
Merdiven başında hemen sağdaki küçük oda, ahşap müzeyyen tavanlı. Süslenmiş, bezenmiş anlamına geliyormuş. Oda yuvarlak masalarla etkinlik yapılabilir şekilde tefriş edilmiş.
Bunca gözlemden sonra evin müzeye değil ama her köşesinden bir hikâyenin göz kırptığı etkinlik merkezine dönüştürüldüğünü hızlıca kavradım.
Yapıya bu yeni ruhu katan ve ismini veren üçlünden sevgili arkadaşım Güzin, az ötedeki sohbet köşesinde bir konuğuyla birlikteydi. Yanlarına yöneldim hemen. Kısa hasret gidermenin ardından az önce kavradığım biçimiyle Bursa’nın yeni ama bir o kadar da tarihi bir etkinlik mekânına kavuştuğu bilgisini hızlıca aldım arkadaşımdan.
Sonrasını annesi Nermin teyzeden dinlemeyi tercih ettim. Nermin teyze, Bulgaristan’dan göç eden bir ailenin oğlu olan Çanakkale gazisi dedesinden yadigâr olan, annesinin gelin çıktığı bu ev ailede kalsın diye rahmetli eşi Mehmet Abraş Bey’in nasıl satın aldığını, evin bir süre kaderine terk edilip nasıl yıkılma aşamasına geldiğini anlattı. Zaman içinde evi o hâliyle koruyamayacakları endişesiyle merhum Mehmet Bey’in bir ara satmayı bile düşündüğünü ama Güzin ve kardeşi Elif’in “Çok üzülürüz,” sözleriyle bu kararından vazgeçtiğini de.
Sevgili Nermin teyze, anlatırken heyecanlı ve duyguluydu. Bir ara, nasıl oldu bilmiyorum, elimi tuttu. Zaman zaman duygulandığını elimi sıkı sıkı kavrayışından hissedebiliyordum. Ben de duygulandım hâliyle. Çocukluğunun geçtiği bu eve dair anlattıkları, sofanın solunda duran bebekken uyuduğu ve daha sonra kızı Elif’i uyuttuğu oymalı beşik, duvardaki kurmalı antika saat, sarı yaldızlı ayna, kömür ütüsü, pencere önündeki radyo, beni anneannemin ve dedemin geçmişte ve uzakta kalan avlulu evine götürdü bir anda.
Sonra Güzin’in nasıl zor bir işin altından kalktığını, restorasyon için özellikle izin aşamalarında çok sıkıntılar çektiğini ama sonunda başardığını anlattı. Yine duygulandık. Mekânın adı kendisinin ve kızlarının adından türetilmiş. Nermin Abraş’tan “Ne”, Güzin Abraş’tan “Güz”, Elif Abraş Aydoğan’dan “El” hecelerinin alınmasıyla “Ne Güzel Ev” ortaya çıkmış. Kızlarıyla gurur duyduğunu gözlerinde gördüm. Haksız da değil. Yüzü geleceğe dönük ama geçmişine de sahip çıkan hayırlı iki evlat Güzin ve Elif.
İnşası 1800’lü yıllara dayanan Ne Güzel Ev’in, bulunduğu tarihi bölgeye yeni bir soluk getireceğinden hiç kuşkum yok. Elinin değdiği her iş gibi aile yadigârı bu yapıyı da güzelleştirerek kentin sosyal hayatına dâhil eden Güz Yapım’ın kurucusu sevgili Güzin’in yeni başarılara imza atmayı sürdüreceğinden de.
Yorumlar
Kalan Karakter: