Geçtiğimiz günlerde Elazığ’da 12’nci sınıfa giden iki öğrenci arasında yaşanan tartışmanın 1 can kaybıyla sonuçlandığı haberini gördüğümde ciddi anlamda korkuya kapıldığımı söylemem gerek.
İnsan düşünmeden edemiyor; İki öğrenci arasında bıçaklı kavgaya sebep olacak ve yaşıtını, belki de arkadaşını öldürecek kadar ne yaşamış olabilirler diye düşünüp duruyor insan…
Şiddetin, hayatımızın içinde bu kadar yer edebiliyor olması büyük bir problem. Hele ki bu durumun çocuklara kadar ulaşması ve yaygınlaşması, gelecek nesillere yüklediğimiz beklentileri de sarsmıyor değil.
Her daim ifade ettiğimiz gibi ‘şiddet’ toplumsal bir sorun. Bu sorunu bireylere indirgeyerek değerlendirmemek gerekiyor. Sadece genetik faktörlere, kişilik yapısına ya da psikolojik rahatsızlara bağlamak beyhude bir çabadır esasında.
Anaokullarından tutun da ilk-ortaöğretim ve lise öğrencileri arasında yaşanan ‘akran zorbalığı’ artık birçok çocuğun karşı karşıya kaldığı ve kesinlikle normalleştirilmemesi gereken bir şiddet türü.
Yukarıda bahsettiğim acı haberde olduğu gibi bu ipin ucu kaçtığı zaman yakalaması gittikçe güçleşecektir. Bugün kadına şiddette geldiğimiz nokta, bunun en net örneği.
***
Türk Psikologlar Derneği Bursa Şube Başkanı Ali Demirel ile görüşmemize istinaden şu sonuca varıyorum;
Çocuk büyütürken toplumsal cinsiyet rollerini daha sağlıklı ele almak gerekiyor. Daha eşitlikçi bir anlayışla büyütüldükleri zaman bu tarz vakaların en azından erken yaştan itibaren farkındalıkla önlenebileceğini biliyoruz.
Psikolojide sosyal öğrenme denilen bir anlayış olduğunu; çocuğun ev içerisindeki şiddeti direkt model alarak bunu bir çözüm yolu olarak algılayarak kendisinin de uygulamaya başladığını söylüyor Demirel.
Asıl meseleye gelelim…
Bilgisayar ve internet kullanımı hayatımızın önemli bir parçasını oluşturuyor. Önemli olan nasıl kullanıldığı.
Akran zorbalığında öne çıkan etkenlerin başında, velilerin korkulu rüyası haline gelen ‘şiddet içerikli bilgisayar oyunları’ geliyor. Özellikle fiziksel saldırganlığın yoğun olduğu oyunları oynayan çocuklarda şiddet eğiliminde bir artış olduğu gözlemleniyor.
Bunun farklı sebepleri var diyen Demirel şöyle değerlendiriyor durumu;
“Birincisi, o oyunlarda şiddetin bir çözüm yolu olarak kullanılması. İkincisi, saldırganlığın o oyunlarla pekiştirilip ödüllendiriliyor olması. Üçüncüsü de çocuklar bu oyunları oynarken gerçek dünyadan kopuyorlar. Dünyayı algılama biçimleri değişiyor. Gerçek dünyaya döndükleri zaman dünyaları da soyutlaşıyor ve farkındalıkları düşüyor. Bu da tabii daha antisosyal davranışlar sergilemelerine neden oluyor. Çünkü oyunlarda ölen bir karakter geri gelebiliyor. Çocuklar bunu algılamakta zorlanabilirler (özellikle erken dönemdeki çocuklar). Dolayısıyla her canlının böyle olabileceğini varsayabilirler. Anlama biçimi açısından bu da çok sakıncalı ve tehlikelidir. O yüzden bu gerçeklik algılarının bozulmaması için bu oyunlardan uzak durmalarını sağlamak gerek. Oyunu sen kontrol ediyorsun ama gerçek yaşamda her şeyi kontrol edemiyorsun. Gerçek yaşamda karşılaştıkları bir sorunla yüzleşemediklerinde şiddete meyletmeleri daha yoğun oluyor. Çünkü kendilerini çaresiz hissediyorlar ve bildikleri bir yöntem var oyundan öğrendikleri; şiddet uygulamak. Şiddet uygulayarak çözmeye çalışıyorlar. Bunun da gerçek yaşam becerilerini bozan bir etkisi var. Tahammülsüzlük, çaresizlik, gerçek yaşam becerileri açısından yetersiz hissetme durumlarını fark edip üzerine gitmek gerekiyor. Burada ailelere, okullara, topluma çok fazla görev düşüyor.”
***
Peki ebeveynler bu durumun ne kadar farkında; farkında olanlar ne kadar kontrol altında tutabiliyor?
Çünkü bazı velilerin yoğunluklarını ve yorgunluklarını öne sürerek her detayla ilgilenmekten imtina ettiklerini; yükü öğretmenlerin üzerine atmaya çalıştıklarını biliyoruz.
Mesela yaşanmış bir örnekten bahsedeyim.
Bir annenin sosyal medyadaki paylaşımı şöyle; 10 yaşındaki çocuğunun oynadığı bilgisayar oyununu silme kararı almışlar önce. Fakat okuldaki arkadaşları oynuyor diye ısrar kıyamet tekrar yüklemişler oyunu ama günde yarım saat oynama şartı koyulmuş. Sadece iki hafta içerisinde çocukta ciddi bir değişim gözlenmiş. Eski hali gitmiş; yerine öfkeli, tahammülsüz, saldırgan ve derslerini umursamayan bir çocuk gelmiş. Anne, oğlunun oyunu oynadığı esnada koltuğu yumrukladığını, evdekilere bağırarak konuştuğunu söylemiş. Halbuki günde yarım saatin ne zararı olabilir ki diye düşünmüşler. Fakat sonra oturup konuşarak tekrar silme kararı almışlar. Çocuk şimdi, oyundaki karakterlerin ne kadar sinirli olduğunu ve nasıl şiddet uyguladığından bahsediyormuş ailesine…
Düşünün; bir oyun, günde yarım saat oynamayla sadece iki haftada nasıl bir etki bırakıyor çocuk üzerinde…
Oyunlarla alakalı diğer bir görünmeyen şiddet unsurundan bahsediyor Demirel;
“Çok fazla farkında olmadığımız ama çocukları bazen intihara dahi sürükleyebilecek bir boyutu da var; chat üzerinden oluşan şiddet. Oyunlarda sohbet kısımları vardır. Orada çocuk düzeyindeki oyunlara giren yetişkinler var. Başka bir çocuğu tehdit ederek, şantaj yaparak fotoğrafını isteyebiliyor veya farklı şeyler talep ediyor. Belki çocuğun çok üzerinde durmayacağı bir noktada para bile talep edebiliyorlar. Orada da psikolojik ve duygusal istismar var. Bunun da kesinlikle görünür olması gerekiyor. Anne babaların çok dikkatli olması, sohbet odası olmayan oyunlar oynamalarını sağlamaları gerekebilir.”
***
Sosyal medya üzerinden de bu tarz yaklaşımlar var ama oyun ortamında çocuk daha kendi başına kalıyor. Dışarıdan sanki sadece oyun oynuyor gibi görünüyor. Fakat Chat ortamında küfürleşmeler oluyor. Çocuğun daha önce hiç duymadığı konuşmalar geçebiliyor. Bu da çocuğun algısının bozulmasına neden oluyor.
En büyük dezavantaj da her çocuğun ailesine yaşadığı olumsuzlukları anlat(a)mıyor olması. Tabii burada ailenin profili önemli. Eğer ailenin çocuğunu yargılayan, suçlayan bir yaklaşımı varsa çocuk nasıl açık olabilir ki…
Anlaşılmayacağını düşünerek susuyor. Yaşadığı olumsuzlukları söylemedikçe de olaylar boyut değiştirebiliyor. Bu sebeple çocuklarla iletişimde kalma; onları dinleme noktasında daha fazla hassasiyet görmek şart.
Yorumlar
Kalan Karakter: