Türkiye ekonomisi, bu yıl nisan haziran arası dönemi kapsayan ikinci çeyrekte yüzde 2,5 büyüdü.
Büyümenin, doğrudan üretimle olmadığı, alt kalemlerden sanayi sektörünün yüzde 1,8 gerilemesinden anlaşılıyor. Diğer hizmetler kaleminin yüzde 7,4 artışla itici gücü oluşturması da bunu doğruluyor.
Konuya ilişkin haberin detaylarına girmeyeceğim. Onun yerine Hasan’dan söz edeceğim.
Hasan, 22 yaşında Adanalı bir genç.
Memleketinin, her türlü kötülüğe açık, kendi deyimiyle “ne ararsanız var” mahallelerinden birinde yetişmiş.
Buna rağmen kötülüğe bulaşmadan bu yaşa gelmesini annesine ve babasına borçlu olduğunu, ebeveynlerinin sevgi bağının onları ayakta tuttuğunu anlatıyor.
Beş çocuklu bir ailenin evladı olan Hasan bir gün annesine sormuş:
“Babam, bir gün olsun seni sevdiğini söylemedi, nesini seviyorsun, nereden biliyorsun sevdiğini?”
Annesinin verdiği yanıt nahif:
“Bir akrabamızın düğününde ayakkabımın bağcığı açılmıştı. Baban, herkesin ortasında eğilip onları bağladı.”
Bu ince ruhlu kadını; annesini erken yaşta kaybediyor Hasan.
Annesine âşık babası ise bir daha evlenmiyor ve beş oğluna hem annelik hem babalık yapıyor.
Hasan, liseyi bitirip kimya mühendisliğini kazanıyor ama ekonomik güçlükler nedeniyle gidip okuyamıyor.
İşsizlik, memleketinin nemli sıcağı gibi yapışıyor yakasına ama babası “Bunca yıl ben sizi bırakmadım, siz de beni yalnız bırakmayın,”dediği için başka bir yere de gidemiyor.
Gelin görün ki Hasan’ın kanı deli akıyor. Bulunduğu çevreden farklı hayatları tanımak, ufkunu genişletmek, kendi gelirini kazanmak istiyor. Sanıyor ki başka şehre giderse iş sahibi olabilir.
Nihayet askerlik sonrası babasını razı edip heyecanla çıkıyor Adana’dan.
Fakat onu bekleyen hayat, tatil yörelerinde sezonluk olarak günde 15 saat çalışmak.
“Hayallerim başkaydı ama tatil beldelerinde meydancılık yapıyorum, “diyor. Büyük sepetlerle kirli çamaşır, çöp topluyor, getir götür yapıyor.
Öyle zorluklardan geçmiş ki plajda çöp toplayışını “sabah etkinliği; doğa yürüyüşü” olarak tanımlayacak kadar kendiyle barışık olmayı ve içinde bulunduğu durumu kendine kolaylaştırmayı başarmış.
Yüksek espri anlayışına rağmen sitemi çok Hasan’ın…
Günde 15 saatlik çalışma süresiyle kazancının orantısızlığından, zorunlu ihtiyaçlarını bile karşılayamamaktan, işverenin her öğün aynı yiyeceklere mecbur bırakmasından dert yanıyor ve “Tamam para veriyorsun ama canımızı da çıkarma,” diye sesleniyor.
Bu koşullarda kendisi için bir gelecek göremediğini, günlük yaşadığını ve bunu daha ne kadar sürdürebileceğini bilmediğini anlatıyor.
“Gençlerin sesini duyan yok” diyor.
Mühendis olabilseydi hayat onun için ne kadar değişirdi bugün artık o bile tartışılır ama milyonlarca genç gibi, milyonlarca yurttaş gibi Hasan’ın ekonomik büyümesinin ülkenin büyümesiyle doğru orantılı olmadığı bir gerçek.
Bir de Narin’in Türkiye’si var ki orada çocuklar hiç büyüyemiyor; yaşayamıyor. Yaşam hakkı ellerinden alınıp adaletsizliğe teslim ediliyor.
Ülkenin doğusundan batısına çocuklar birer birer ve hunharca hayattan koparılırken; var olanları koruyup yaşatamazken “nüfus artırıcı pilot projelerin devreye alındığı” politik söylemi, bireyin yaşama hakkına bakış açısındaki çelişkiyi net biçimde ortaya koyuyor.
Yaşananlar öyle bir noktaya getiriyor ki Narin’in acısı, Hasan’ın hâline şükretmeye zorluyor.
Oysa ikisi de bunu hak etmiyor. Adalet böyle bir şey değil.
Narin’e, Hasan’a; evlatlarına sahip çıkamayan bir ülke, başka ülkelerden getirilen çocukların omuzlarında yükselemez.
Yorumlar
Kalan Karakter: