Kişisel bir tercih olduğunda iyi geliyor insana yalnızlık. İçe döndürüp teraziye koyduruyor ruhunu, arındırıyor, olgunlaştırıyor ve nihayetinde ferahlatıp aydınlığa çıkarıyor.
Yaratıcılığı besleyen bir tercih bu. İnsanın kendiyle barışmasını, nelere gücünün yetip yettiğini görmesini ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmesini sağlıyor.
Zor olan, kalabalıklar içindeki yalnızlık.
Ondan daha zor olan ise kalabalıkların yalnızlığı.
Gece yapılan karayolu yolculuklarında uzaktan görünen yerleşim yerleri gibi: Göz kırpan ışıkların şahaneliğine rağmen zifiri karanlığın içindeki hüzünlü tek başınalık.
Kadınlar yalnız! Köylü veya şehirli, eğitimli ya da eğitimsiz, çalışan yahut çalışmayan fark etmiyor. Mesele hayatın yükünü paylaşmaya, sorumluluk almaya geldiğinde sırtı kamburlaşan kadın ne yazık ki oluyor.
İstisnası var mıdır? Elbette vardır ama adı üstünde: İstisna! Az sayıda… Genellenemeyecek kadar… Yok denilecek kadar…
Üstelik kadın iş yaşamında da yalnız. Yasayla getirilen göstermelik bir iki hakla avutulmaya çalışılsa da mobbing, cinsiyete dayalı ücret, kariyer ve fırsat eşitsizliği ile kadınlar yalnızlaştırılıyor.
Çalışanlar yalnız! Üniversitelisi de vasıfsızı da ara elemanı da. Kayıt dışı ekonomiye meyledip kârına kâr katmaya devam eden işveren için emek hâlâ ilk vazgeçilecek maliyet kalemi.
Sendikalar ise gücünü ortaya koyup emeğin yanında yer almaktan uzaklaşalı çok zaman oluyor.
Emekliler yalnız! “Geçinemiyoruz!” diye feryat ediyor ama duyulmuyor.
Gençler yalnız! Sürekli değişen eğitim ve sınav sistemiyle pinpon topuna dönen genç nesil umudunu ve hevesini yitirmiş, hayatına nasıl bir yön vereceğini bilemiyor.
Depremzede yalnız! Neredeyse iki yıl olacak hâlâ çadırda yaşam mücadelesi veriyor.
Hastalar yalnız! Altüst olmuş bir sağlık sisteminde adına hastane denilen devasa labirentlerin içinde el yordamıyla derdine derman arıyor.
Ne randevu alabiliyor ne randevu aldığı doktoru yerinde bulabiliyor ne hasbelkader bulabildiği doktora derdini anlatabiliyor.
Bu dev labirentlerin kapısından girerken hissettiği tedirginliğe koridordan koridora koşturup sersemlemiş vaziyette çıkarken bir de değersizlik duygusu ekleniyor.
Yurttaş yalnız! Belki de hayatının hiçbir döneminde olmadığı kadar. “Konutum depreme dayanıklı mı?”, “Eve ekmek götürebilir miyim?”, “Ben de bir gün tatile gidebilir miyim?”, “Öldüğümde mezar yeri bulabilir miyim?”, “Çocuğumun eğitim almasını sağlayabilir miyim, karnını doyurabilir miyim?”…
Ülkeler, toplumlar yalnız!
90’lı yıllarda Balkanlar’da olanları görmezden gelen dünya bugün Ortadoğu için aynı şekilde davranıyor.
Hayvanlar yalnız! Hem de katledilmekten korunamayacak kadar, “Bu dünyanın dengesi için benim de var olmam gerek,” diyemeyecek kadar yalnız.
Ağaçlar yalnız! Sıkı sıkıya tutunduğu topraktan beton yüzünden koparılışının hesabını soramayacak kadar yalnız.
Bu kadar yalnızlık çok hırpalayıcı ve umut kırıcı.
Koskoca güneş sistemi içinde kapladığı fiziksel yerin bir kum tanesi kadar bile olmadığını bilmek başka da hayattaki varlığının o kum tanesi kadar değerli olmadığını bilmek içini sızlatıyor insanın.
Yorumlar
Kalan Karakter: