‘Gerçek ve yalan’ ın hikayesini hiç duymuş muydunuz?
19. yüzyıl efsanesine göre anlatılan hikaye şu şekilde;
Gerçek ve yalan bir gün buluşurlar. Yalan doğru söyler ve “Bugün hava çok güzel” der.
Gerçek etrafına bakar ve başını gökyüzüne kaldırır. Hava gerçekten çok güzeldir. Sonra bir kuyunun önüne gelene kadar birlikte zaman geçirirler. Yalan yine doğruyu söyler; “Su çok güzel, birlikte girelim mi?”
Gerçek, bir kez daha şüpheci bir şekilde suya dokunur ve su gerçekten çok güzeldir. Soyunur ve yüzmeye başlarlar.
Sonra yalan bir anda sudan çıkar, gerçeğin kıyafetlerini giyerek kaçar, kayıplara karışır. Kızgın gerçek kuyudan çıkar, yalanı bulmak ve kıyafetlerini geri almak için her yere gider. Dünyada çıplak gerçeği görenler onu hor görmekte ve ona öfkeyle bakmaktadır.
Zavallı gerçek kuyuya döner ve sonsuza dek ortadan kaybolur.
O zamandan beri yalan, dünyanın her yerinde gerçek gibi giyinmiş ve içimizde yaşamaktadır. Dünya ise hiçbir şekilde çıplak gerçeği görmek istememektedir.
*****
Bunu neden anlattım…
‘Yalan’ın hayatımıza gerçek kadar nasıl iyice yerleştiğini ve hayatın bir parçası haline geldiğini; normal bir olgu gibi kabul edildiğini…
Hatta hikayede bahsedildiği gibi gerçeği alaşağı ederek bir zafer kazandığını vurgulamak için…
Yalanın üzerine (çalarak) geçirdiği gerçeğin kılığıyla aramızda dolaşıyor olması ve bizim onu gerçek gibi görmemiz artık bizim yadsınamaz bir lanetimiz haline geldi.
İşin diğer üzücü yanı ise;
Bir bakıma kime ve neye inanacağımızı bizim seçiyor olmamız. Nasıl mı?
Birine inanmayı seçiyoruz ve inanıyoruz. Bu kadar basit! Çünkü gerçek olmasını istediğimiz şeyin vücut bulmuş halini temsil ediyor karşımızdaki.
Veyahut, inanmak istediğimiz şeyleri duymamız bizim için yeterli oluyor ve inanıveriyoruz.
Yukarıdaki hikayede boşuna demiyor, “gerçek çıplaktı ve hor görüldü” diye.
Gerçeğin pekala farkında olduğumuz durumlar mevcut ama onu inkar ederek sesli duymayı reddediyoruz. Aksine yalan kulağa daha hoş geliyor ve egolarımızı bir biçimde tatmin etmiş oluyoruz.
Jim Carrey’nin oynadığı Yalancı Yalancı filmini izleyenler hatırlayacaktır. Bir gün bir mucize vuku bulsa ve yalan söyleme yetisi ortadan kalksa. Dünyada neler olabileceğini bir düşünsenize. Belki de her şey böyle kalmalı, her gerçeği bilmemekte fayda var, diyenlerin çıkacağına da adım kadar eminim…
*****
Dünya ne yazık ki salt doğruların var olduğu bir yer değil. Ve yalan, manipülatif insanların aracı olduğu zaman tehlikeli hale gelebiliyor.
Bireysel hayatlarımızla, arkadaş çevremizle sınırlı kalmayıp iş hayatına ve daha büyük mecralara bir hastalık gibi yayılmış durumda yalan.
Hele ki yalanın en çok kullanıldığı alan medya ve siyaset olunca, işler herkes için geri dönülemez noktalara ulaşabiliyor.
Algı yönetimi ve manipülasyon, tarihin her döneminde, bütün toplumlarda bir araç olarak kullanılmıştır.
Algı; insanın kendi duyu organları ve zihinsel süreci arasında yaşanan döngü ise, dış uyaranların değişmesi, algının da değişmesi demektir. Bu da algıların yönetilebileceğini gösterir bize.
Bir kişiyi manipüle etmenin birçok yolu vardır. Bunun için kullanılan yöntemlere bakalım;
Mesela kişinin başka çaresi kalmaması,
Öz güven eksikliğinden faydalanmak,
Duygularını, zayıf noktalarını kullanmak,
Mahrum bırakmak,
Önce korkutup sonra rahatlatmak,
Müttefik duruşu sergilemek vs…
Birçoğu zaten bunları biliyor hatta bizzat uyguluyor (bilinçli veya bilinçsiz).
Birini manipüle etmeye çalışmayı kimi zaman kumar oynamaya benzetiyorum. Karşısında kendinden daha zeki biri olabileceğini tahmin etmez insanlar. Veya zeki olduğunu düşündüğü insanlar üzerinde deneme yapacak cesareti göstermezler, eğer gerçekten zeki iseler.
Aslında sadece yalan söylemek, manipüle etmenin yanında bir tık masum kalabilir.
*****
Büyük penceren baktığımızda, ne yazık ki toplumları, devletleri yöneten liderlerin, siyasetçilerin en büyük silahıdır bu. Hatta yalan söyleyemeyen siyasetçi mi olur, derler.
İstenilen bir gerçeği oluşturmak/dönüştürmek, itibar kazanmak, kamuoyu desteği sağlamak ve tüm bunları korumak adına hedef kitlenin davranışlarını yönlendirerek yürütülür birçok hareket.
Bir noktadan sonra insanların gerçeklik algısı değişir ve asıl gerçek ile yanlışı ayırt edemez duruma gelinir.
Bu zamana kadar olan buydu, bundan sonra da olmaya devam edecek olan budur.
Ta ki, gerçekliğin çıplaklığını hor görmemeyi öğrenebildiğimiz/seçebildiğimiz zamana kadar…
Yorumlar
Kalan Karakter: