Türk-İş temmuz verilerini açıkladı.
Haziran ayını hatırlayalım;
4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 6 bin 319 TL; yoksulluk sınırı ise 20 bin 818 TL idi.
Temmuz ayı verilerine göre;
Açlık sınırı 6 bin 839 TL’ye, yoksulluk sınırı da 22 bin 278 TL’ye yükseldi.
Bekar bir çalışanın yaşam maliyeti ise 8 bin 929 TL.
Yani…
1 ayda, 4 kişilik ailenin minimum düzeyde gıda harcaması yüzde 7,01 arttı.
Yıllık artış ise yüzde 128,44 oldu.
***
‘Sonu olmayan çılgınlığın kurbanlarıyız’ başlıklı yazımda, sistemin insanları tüketime sevk etmesi üzerine organize olduğundan ve bizlerin bu algıya nasıl düştüğümüzden bahsetmiştim.
Yukarıdaki rakamlar, ne yazık ki günümüzün gerçeği.
Hal böyle olunca trajik bir duruma evriliyoruz toplum olarak.
Nasıl mı?
İnsanlar yaşam mücadelesi veriyor. Bunun yanında bir baba evin kirasını mı faturalarını mı ödesin; ailesinin karnını mı doyursun diye düşünürken diğer yandan istediği dondurmayı, oyuncağı alamadığı çocuğuna ne cevap veriyor.
Ya da bir cevap verebiliyor mu?
Sistem tüketim üzerine inşa edilmişken, insanların bu şartlar altında bırakın lükse kaçmalarını zaruri ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor olması toplumu derin bir mutsuzluğun uçurumuna sürüklüyor.
Son zamanlarda haberlerde, sosyal medyada mikrofon uzatılan gençleri hatta çocukları görmüşsünüzdür.
Bazen bir yetişkinin dile getiremediklerini üzüntüyle ve büyük hayal kırıklığı ile ifade ediyorlar. ‘Feryat ediyorlar’ demek belki daha doğru olur.
Fakat o yaşlardaki çocukların dert edinmesi gereken şeyler ‘ülke ekonomisi’ veya ‘bu toplum nereye gidiyor’ meseleleri mi olmalı?
Şimdi o çocuk nasıl geleceğe umutla baksın, nasıl hayaller kursun? Boşuna mı insanlar yurtdışına göç etmek durumunda kalıyor. Bunun için insanlar suçlanabilir mi?
Yedisinden yetmişe herkes, korona bir yana, mutsuzluk salgınına yakalanmış.
Bunun aşısı da yok üstelik. Tedavisi belki mümkün. Oldukça zor ama imkansız değil!
***
Alışveriş merkezlerini hatta çarşı pazarı dolduran yabancı sayısı günden güne artıyor. Daha önce de demiştim; bize bakması onlara alması bedava diye.
AVM’ye gitmeyi de gezmeyi de pek sevmem. Mecburiyetten ya da birine eşlik etmem gerekirse giderim ancak. Geçenlerde ulaşım problemi olan bir arkadaşıma konum olarak uygunluğundan dolayı gitmek durumunda kaldım. Gelinen son noktaya gözlerimle şahit oldum. Etiketlerin üzerindeki rakamları görünce, sanki uzun yıllar komada kalmış birinin uyanmasının ardından dünyaya karıştığı anları yaşıyormuş gibi bir hisse kapıldım.
Fiyatlara mı şaşırsam, yoksa ellerine ve kucaklarına sığdıramadıkları poşetlerle dolaşan yabancıların oradan oraya koşturmalarına mı şaşırsam bilemedim.
Bizlerin her eli boş çıktığı mağazadan onların yüklü ve mutlu çıkması çok koyuyor insana.
Arkadaşımın aradığı basit bir kozmetik ürününü hiçbir yerde bulamamasını sebebi rafların resmen boşaltılmasıydı.
***
Bu böyle olmayacak, bir de pazara uğrayayım dedim.
Kendi ülkemde yabancı gibi hissettiğim duygusuna orada da kapıldığımı söyleyebilirim. Avm’leri boşalttıkları yetmiyormuş gibi bir de pazarları talan ediyorlar. Daha ucuza çok daha fazlasını alalım, diyerek kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlar sanırım. Çünkü burası herkese ucuz, biz hariç. Nasıl olsa bizim açığımızı dolduran bir kitle var.
Özetle;
Üretici halinden memnun.
Yabancı halinden memnun.
‘Sonunu düşünen kahraman olamaz’ sözünün aksine;
Peki, bize ne olacak?
Yorumlar
Kalan Karakter: