Bir önceki yazımda, hayatın bizi mecbur bıraktığı ‘koşuşturmaca’dan bahsetmiştim.
Diğer önemli faktör ise ‘tüketim!’
Tüketim iki şekilde mümkün; 1-zorunlu, 2-keyfi.
Zorunlu olanlar bizim temel ihtiyaçlarımızı kapsar. Keyfi olanlar ise isteğe bağlı gelişir.
Tüketim, nihayetinde ihtiyaç ile başlamıştır.
19. yüzyılın sonlarından başlayarak geniş kitleleri etkisi altına almıştır. Kitlesel olarak üretilen malların tüketilmesi gerektiği için insanların tüketim eylemi kontrolden çıkmıştır.
Özellikle gelişen günümüz dünyasında değişen ihtiyaçlar ve algı yönetimi, bu tüketim kültürünü farklı bir boyuta taşımıştır.
Ve bu aktivite zamanla ‘sadece ihtiyaç’ ekseninden çıkıp hem keyfi hem de alışkanlıklara bağlı tüketime sevk etmiştir insanlığı.
***
Alışverişin, ihtiyaçtan ziyade zevke, daha da ötesi bağımlılığa dönüştüğünü sıklıkla gözlemleyebiliriz.
Üretimin çeşitlenmesi ve fazlalaşması, insanların kaba tabirle ‘göz açlığına/doyumsuzluğuna’ yol açmıştır. Tabii işin psikolojik boyutu da söz konusu.
Alışveriş bağımlılığı (Onyomani); takıntılı ve dürtüsel bir davranış. Genellikle ihtiyaç dışı ve kontrolsüz olarak sürekli bir şeyler alma, para harcama ve konuyla alakalı sürekli kafa yorma olarak görülüyor. Sebepleri arasında, yalnızlık duygusunu, depresyonu ya da stres bozukluğunu maskelemek için alışveriş yaparak mutlu olma arayışına girmek var.
Bu noktada ayırım yapmakta fayda var.
Benim vurgulamak istediğim şey, sistemin organize bir şekilde insanları tüketime sevk etmek üzere programlanmış olması.
Muhakkak şahit olanlarınız vardır;
Bazıları, “ufacık bir şey alsam dahi kendimi mutlu hissediyorum” der veya bütün bir günü alışveriş merkezinde geçiren birisinin bir şey alamamış olması sinir krizi geçirmesine neden olabilir.
Algı yönetimi sonucu bağımlılığa dönüşebilen örnekler mevcut.
***
Üretimin tüketimi, tüketimin de üretimi desteklediği döngüsel bir sistemin içindeyiz.
Bunun izlerine hayatın her alanında rastlamak mümkün.
Örnek verecek olursam;
Moda…
İnsanların görünüşüne göre yargılandığı; bulunduğu konuma, yaşadığı yere ve bindiği arabaya göre muamele gördüğü çağımızda moda en iyi araçtır. Takibinin yapılması neredeyse zorunlu kılınmış, sürekli yenilenen ve hiç durmayan bir alandan bahsediyoruz. Bir sezon önce satın alınan bir ürünü sonraki sezon kullanamayacağına inanarak teslim olan bir kitle mevcut.
Her yeni sezonun ürün tanıtımlarında ünlü ve fenomenlerin boy gösterdiği mecralarla insanlara ‘sen de al’ komutu aşılanmakta.
Özellikle gençlerin sıkı takipçisi oldukları sosyal medya sayesinde yeniliklerden haberdar olmaları kaçınılmaz.
Durumun vahameti şurada başlıyor; kendi çevrelerinde bir kıyaslama ve yarış haline getiriyorlar. Çünkü başkasının üzerinde gördükleri bir kıyafete veya arkadaşının edindiği bir eşyaya kendisi sahip olamazsa mutsuz ve eksik hissedebiliyor. Falanca saçını şöyle yapmış, filanca şuraya gitmiş. Ben de yapmalıyım, ben de gitmeliyim!
İşin üzücü kısmı ise; insanların gelir düzeyi gözetilmeksizin dayatılan bu eylem maddi-madeni birçok sorunun doğmasına sebebiyet vermesi. Kredi kartları bunun en güzel örneği. Limitiniz mi doldu, kredi çekersiniz. Ödeyemiyor musunuz, borçla borç kapatma kapanına siz de düşersiniz…
Peki neden?
Her sezon yenilenen o ayakkabıları almazsanız ne olur?
Ayıplanır mısınız? Dışlanır mısınız? Yoksa eksik mi kalırsınız?
***
Reklam sektöründen beslenen tüketim kültürü böylelikle insanlar üzerinde fark ettirmeden bir baskı kurup satın almaya teşvik ediyor.
Yaşamın her alanında, çeşitli platformlarda maruz kaldığımız tanıtımlar, reklamlar merak uyandırarak bir şekilde ilgimizi çekmeyi başarıyor.
Misal…
AVM’leri büyülü bir dünya gibi düşünün. Sizi saatlerce kapalı bir alana hapseden çekiciliği vardır. Herkese hitap edecek şekilde tasarlanmıştır. Işıltılı vitrinleri, her daim yenilenen ürünleri, sosyal medyada bilmem kimin üzerinde gördüğünüz elbisenin aynısını taşıyan mankenler, o göz boyayan harika renkler sizi etkisi altına alır. Hele ki indirim çanları çalıyorsa saatlerin nasıl geçtiğini anlamazsınız bile.
Dikkat ederseniz, AVM’de geçirilen koca bir günün sonunda eli boş çıkan pek az insan vardır. Zaten çoluk çocuk gittiyseniz boş çıkmanız imkansızdır.
Peki, son zamanlarda bile bu mümkün mü?
Son zamanlardan kastım, çoğumuzun yaşadığı ekonomik şartlar sebebiyle evdeki hesabın çarşıya uymaması durumu.
Yine de AVM’leri boş göremezsiniz.
Bize bakması bedava, yabancıya da alması…
Yorumlar
Kalan Karakter: