Üretenin amacı satmaktır. Sattıkça daha geniş pazara ihtiyaç duyar. Pazar doyarsa bir üst modelini, alternatifini, daha güzelini sunar. İlle de sunar. Nedeni bellidir: Daha çok kazanmak, daha çok kâr etmek!
Daha… Daha… Daha…
Oysa benim gibi 70’li yıllarda çocukluğunu yaşamış insanlar için hayat böyle değildi.
Daha önceki kuşaklar için de değildi.
Haydi, biraz daha insaflı davranarak sonraki kuşaklardan 2000’lere kadar olanlar da böyle değildi, diyeyim.
Kaynaklar henüz kıtlaşmamıştı; deniz bitmemiş, yolun sonuna gelinmemişti.
Buna rağmen bir gün bitebileceği düşünülerek dikkatli kullanılırdı.
Kaynak kıttı ama çözüm sonsuzdu.
Bir eşya alındı mı neredeyse ömürlük olurdu. Temiz bakılır, arıza yaparsa tamir ettirilir, yırtıksa dikilir, eskimişse dönüştürülür, ihtiyaç fazlasıysa ihtiyacı olana verilir, bireysel çöp üretimi minimum düzeyde tutulurdu.
Gerçi o zamanlar ürünün kalitesi de ömürlük kullanıma uygundu.
Ama sonra ne olduysa oldu, aslında kapitalizmin başlangıcına denk düşen 16. yüzyıldan beri öyle ya da böyle var olan, 1960’larda telaffuz edilmeye başlanan ve 90’lı yıllarda etkisi hissedilmeye başlanan küreselleşme ile birlikte işler neredeyse rayından çıktı.
Küresel sermayenin daha çok kazanma hırsıyla önce kaynakların kıtlığı unutuldu sonra da etik.
Ömürlük üretmenin daha çok kazandırmadığı fark edilince kalemden beyaz eşyaya, teknolojik cihazlardan giyime ne var ne yok “kullan at” hâline geldi.
Bozulan bir ev eşyasını tamir için çağrılan servis elemanı bile “Yenisini alın” diye tavsiyede bulunmaya başladı.
Bunları görerek büyüyen bir nesil “kullan at”çı oldu. Elindekini nasıl yeniden kullanılabilir hâle getirilebileceğini bilmiyor çünkü.
Küreselleşmenin yaldızları dökülmeye başlarken havasından suyuna ve toprağına, kaynakların da sonuna gelindi.
Koca koca şirketler ikiyüzlülükle kârlarına kâr katmayı sürdüredursun çare üretmekten vazgeçmeyen insanlar da var neyse ki.
Hollanda’da gazeteci Martine Postma, 2009’da Tamir Kafe (Repair Cafe) hareketini başlattı. Amsterdam’daki ilk etkinliğin devamı geldi ve bugün dünyanın pek çok yerinde yaygınlaşmış durumda.
Türkiye’de ilk Tamir Cafe ise Yeryüzü Derneği tarafından 2016’da İstanbul Kadıköy’de açıldı.
Tamir kafeler, elinde arızalı ürün bulunan tüketicilerle bunları tamir edecek gönüllüleri belirli periyotlarla buluşturuyor.
Onarım ücretsiz yapılırken ürün sahibine nasıl yapıldığı hakkında da bilgi veriliyor ki bir daha arıza olursa kendisi çözebilsin.
Nasihatle öğrenmeyene hayat öğretiyor.
İnsanoğlunun gözü doymaz savurganlığıyla yolun sonuna gelinmese eski alışkanlıklar hatırlanmayacaktı bile.
Türkiye ise ekonomik krizle hatırladı. O da sadece dar gelirlisi. Azıcık eli bollaşan yine devam ediyor savurganlığa.
Oysa bu yalnızca “satınalma gücü”yle ilgili bir mesele değil.
Geleceğimizle ilgili.
Bu yüzden AVM ve “kullan at” kültürü yaygınlaştıkça unutulup kepenk indirmek zorunda kalan mahallelerin vazgeçilmezi zanaatkârlara yönelmek bir alışkanlık hâline gelmeli.
Mahalle aralarındaki terziler, ayakkabı tamircileri, elektrikçiler, saat tamircileri, bisiklet tamircilerine bir şans vermeli.
Hem zanaatkâra hem eşyalara hem de ekolojik dengenin sürdürülebilirliğine bir şans daha vermeli.
Gözü doymaz küresel üreticinin kulağınıza “Daha fazla tüket” diye fısıldamasına aldırmayın ve bozulanı hemen atmayın.
On tane ayakkabınız olacağına bir tane olsun yeter ki israf bitsin.
Neticede eşya kalıyor insan gidiyor.
Yorumlar
Kalan Karakter: