1 Aralık, Dünya AIDS Günü’ydü.
HIV-AIDS konusunda farkındalık yaratmak amacıyla Dünya Sağlık Örgütü tarafından 1988’de kabul edilmiş bir gün.
2 Aralık, Köleliğin Kaldırılması Günü.
Aslında Milletler Cemiyeti 1926’da köleliği yasaklamıştı. MC’nin ardılı olan Birleşmiş Milletler de 1949’da insan ticareti, çocuk işçi çalıştırılması, cinsel istismar, zorla evlendirme gibi köleliğin yeni formlarını yasakladı.
3 Aralık ise Dünya Engelliler Günü.
Yine BM tarafından 1992’den beridir farkındalık oluşturmak amacıyla bu gün çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
Türkiye özelinde konuya odaklandığımızda art arda bu üç farkındalık günü, özellikle kadınların, çocukların ve dezavantajlı grupların mağduriyeti açısından vahim bir tablo çıkarıyor karşımıza.
Dünün (1 Aralık) farkındalığı çoktan dünde kaldı. Daha 15 gün önce Türkiye’deki AIDS tedavisi gören çocuklar ve istismar sonucu bulaş iddiaları gündemi sarstı.
Gerçekte ne olduğu konusunda kamuoyu aydınlatılmadığı gibi neredeyse unutuldu.
Oysa konunun üzerine gidilmesi eğer gerçekten varsa çocuk istismarının gerçek boyutlarını ortaya çıkarmak ve önleyebilmek için önemli veriler elde edilmesini sağlayabilirdi.
Ama işte farkındalık bu kadar demek ki.
Modern köleliğin kaldırılması ise kâğıt üstünde kalmış bir temenniden öteye geçmiyor.
İnadına, daha fazla sayıda çocuk, eğitim alması gereken yaşlarda kayıt dışı işlerde çalışmaya mahkûm ediliyor, küçücük kız çocukları zorla ve yasa dışı evlendiriliyor, çocuklar, kadınlar istismara, tacize uğruyor.
Engellilik konusu ise başlı başına bir yara.
Ekonomik durumu yetersiz olan bir kadın anlatıyor. Şeker hastalığı nedeniyle bacağı ampute edilen eşinin kırılan protezini yenileyememekten bunu için yeniden engelli raporu istendiğinden fakat ilgili kurumları proteze duydukları ihtiyaç konusunda ikna edememekten, hastane randevusu alamadıkları için heyete bile girememekten yakınıyor.
Eşi çalışamadığı için evini kendisi geçindirmek zorunda olan kadın ya işe gitmeyip rapor peşinde koşturacak ya da eşini kaderine terk edip ekmeğinin peşinde koşacak. Eşi bir kere mağdursa kadın iki kere mağdur…
Bu, sesini duyuramayan sayısız örnekten sadece biri. Siz daha beter kaç örnekle karşılaşmışsınızdır kim bilir.
Genel tuvaletler konusu var örneğin. Gerçi pek çoğunda sorun çözüldü ama hâlâ bazı AVM’ler, hastaneler, şehirler arası yollardaki dinlenme tesisleri ve akaryakıt istasyonlarında engelliler ve kadınlar için ortak tek tuvalet uygulaması sürüyor.
Bu bir zihniyet, bir bakış açısı sorunu.
Kadın olmayı bir şeylere engel gibi görmenin, eksik, ayıp, kusurlu saymanın ürünü!
Bu bakış açısıyla engelli erkeklerin engellilik durumu da kadının konumlandırıldığı yere denk sayılıyor olmalı ki böyle bir uygulama sürüyor.
Bu hem kadına hem de engelli erkek bireye hakarettir.
O tuvaletin kapısına kadın ve engelli işareti koyan ve gücünü yalnızca cinsiyetinden alan zihniyet diyor ki “Kardeşim, engelli isen benim gözümdeki yerin ve değerin budur. Kadınsan da kusura bakmayacaksın artık çünkü senin değerin zaten yok.”
Yasaklanmasının üzerinden 75 yıl geçtiği hâlde köleliğin modern formları dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de hâlâ sürüyorsa; yurttaşlar ama en çok da kadınlar ve çocuklar Anayasal haklarını bile kullanamıyorsa; yasalardan günlük uygulamalara hayatın her alanı yalnızca erkek egemen düşünceye göre dizayn ediliyorsa hâlâ hiçbir şeyin farkına varılamamış demektir. Yazık!
Yorumlar
Kalan Karakter: