Türkiye meteorolojik verilerden adalet sistemine, siyasetten ekonomiye her anlamda sıcak günlerden geçerken yurttaş kendini giderek daralan bir kıskacın içinde hissetmekten enikonu bunaldı.
Bu tansiyon yükselten sıcak gelişmeler karşısında iştahı kalmasa da pazara, markete gitmek zorunda.
Beslenmek değil sadece doymak için o da.
Açlık sınırının 26 bin 104 liraya yükseldiği bu ekonomik yıkıntıda hiç olmazsa çoluk çocuğunun önüne bir iki lokma sıcak aş koyabilsin diye.
Pazarlarda tarla ürünü sebzeler yerini aldığı hâlde fiyatlar bir türlü beklenen düzeye inmedi.
İklimsel sorunlar, tarımsal üretim girdilerindeki artış, ürünün tarladan pazara gelinceye kadar geçirdiği süreçler vesaire bilinen nedenler derken yaz sonuna gelindi bile.
Mesele tek başına fiyat olsa yine bu kadar üzülmez insan.
Ürün kalitesinde de önceki yıllara oranla gözle görülür bir düşüş var.
Tamam, kabul; aşırı sıcaklar rekolteden kaliteye üretimin her aşamasında olumsuz sonuçlara yol açtı.
Tamam, kabul; ürünler tarladan hale, halden pazara veya markete nakliye sürecinde hırpalanabiliyor.
Ancak tüketicinin de yaptığı harcama karşısında iyi ürün alma hakkı var.
Zaten geliri belli!
Pazar çantasının ne kadarını doldurabiliyor ki?
Hiç olmazsa aldığına değsin, evine götürdüğü beş domatesten üçü çürük çıkmasın, iki kabağın içi geçmemiş olsun.
Herkesin kendince haklı olduğu bir ortamda bir şeyleri düzeltmek olanaksızlaşıyor.
Daha da önemlisi herkesin ahlaklı ve vicdanlı olmadığı bir düzende düzenden söz etmek yersizleşiyor.
Bırakın pazarcı esnafın insafsızlığını, her fırsatta suçun kendisinde değil aracılarda olduğunu söyleyen üretici bile tezgâhta doğrudan satış yaptığında vicdanını o tezgâhın altına atıyor.
Tezgâhlarda ilk sırayı taptaze sebzeler süslüyor ama poşete konulanlar eve ulaşmadan çürümeye başlıyor.
Bunca tantanaya karşın fiyat ise değişmiyor, düşmüyor.
Tüketici, ağlayan üreticinin derdini anlıyor ve üzülüyorken onlar bile tüketicinin hâlinden anlamıyor?
Demiyor ki bu müşteri haftaya yine gelecek, yüzüne nasıl bakacağım?
Bunlar olurken asıl işini yapması gerekenler; denetleyiciler nerede?
Semt pazarlarında kaç kez zabıta gördünüz?
Gördüyseniz bile kaçının fiyat dışında bir şeye müdahale ettiğine şahit oldunuz?
Öyle ya!
5957 sayılı “Sebze ve Meyveler ile Yeterli Arz ve Talep Derinliği Bulunan Diğer Malların Ticaretinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun” Gümrük ve Ticaret; Çevre ve Şehircilik; Gıda, Tarım ve Hayvancılık; Sağlık ile İçişleri Bakanlıklarını ve belediyeleri, esnaf ve sanatkârlar odalarını kimi doğrudan kimi dolaylı olmak üzere yetkili ve sorumlu kılmıyor mu?
28351 sayılı Pazar Yerleri Hakkında Yönetmelik, “Hileli olarak karışık veya standartlara aykırı mal satılmaz” demiyor mu?
Yasalar da bir işe yaramıyorsa tüketiciyi, aynı yokluk ve terk edilmişlik ateşinin içinde kavrulduğu hâlde bu insafsızlığı yapan üreticiden kim koruyacak?
Yalnız çarşı pazar değil ki memleketteki her mesele aynı kapıya çıkıyor: Herkesin canı yanıyor ama kimse kimseye çelme takmaktan vazgeçmiyor.
Tipik yengeç sepeti sendromu.
Yorumlar
Kalan Karakter: